10

534 96 40
                                    

Kiyoomi asansörden çıkar çıkmaz hızlı adımlarla ilerlemeye başladı.

Osaka'ya döner dönmez yaptığı ilk şey şirkete gelmek olmuştu. Başının büyük belada olduğunu biliyordu. Tek bir görevi batırmakla kalmamış, ayrıca geriye öldürmeyi beceremediği başka bir ajan daha bırakmıştı.

Hepsi onun suçuydu.

Odaya girer girmez bütün bakışların kendisine yöneldiğini biliyordu. Hepsi Kiyoomi'ye acıyor olmalıydı.

Karargaha döndüğünden beri yaptığı tek şey yaralarının tedavi olmasını beklemekti. Hala dinleniyor olması tavsiye ediliyordu ama Kiyoomi vücuduna güveniyordu, ağır yaralanmamıştı ve aklında çok daha önemli bir şey vardı.

"Bana şu orospu çocuğunu bulun." Başıyla Akaashi'ye işaret etti. "Kaydı getir."

Ushijima hemen başına üşüşmüştü.

"Kiyoomi."

Kiyoomi bilgisayarlardan birine ilerlerken tekrar etti. "Kaydı getir."

"Patron'dan mesaj var."

Bu Kiyoomi'yi durdurmak için yeterliydi. Sinirle bir nefes verdi, bir iki saniye boşluğa baktı. Ardından Ushijima'ya döndü.

"Ne diyor?"

"Diğer ajanı bulup ortadan kaldırmak için 48 saatin var."

Kiyoomi gözlerini kapattı, herkesin içinde patlamamak için kendini zor tutuyordu. Kızgındı ve yorgundu, son birkaç günü berbat geçmişti. Dönebileceği kimse yoktu çünkü şu çöp yerde hiçbir arkadaşı yoktu– sözde evli olduğu adam da büyük ihtimalle evde arka bahçeden topladığı taşları fırında pişirip üstüne acı sos dökmekle falan meşguldü.

Bir nefes verdi, gözlerini açtı. Yorgunluğunu sonra hallederdi. Belki eve dönünce bir iki saat uyurdu– o da Atsumu uyduruk bir bahaneyle kendisini uyandırmazsaydı.

Kendine itiraf edemese de evliliğinin ilk birkaç yılını özlüyordu. Evine, bir düşmana dönmeyi değil, içinde bulunduğu her ortamı aydınlatan Atsumu'ya dönmeyi özlüyordu.

"Kaydı getirin." diye tekrar etti. "Yeni bir hedefimiz var."

-

Atsumu, topladığı işe yaramaz parçaları Kenma'ya teslim ederken onlara her şeyi anlatmayı düşündü. Kenma kararlı bir ifadeyle "Elimden geleni yaparım." demişti ama hiçbir şey yapmasına gerek yoktu.

Atsumu zaten hedefinin kim olduğunu biliyordu.

Belli ki evdeki tek iyi yalancı kendisi değildi.

Fazlasıyla ironikti, buna sinirlenme hakkı yoktu. Kiyoomi ne kadar yalan söylediyse Atsumu da o kadar söylemişti. Kandırılmış ya da ihanete uğramış hissetmeye hakkı yoktu.

Yine de evde yalnız kaldığı birkaç saat boyunca Atsumu... hiçbir şey yapacak gücü bulamadı.

Kiyoomi'yle evlenirken aklında bunların hiçbiri yoktu.

Tamam, bir süredir Kiyoomi Atsumu için sadece bir rahatsızlık olabilirdi ama rahatsızlık, katilden çok farklıydı. Kiyoomi birkaç gün önce sadece Atsumu'nun bıçaklarını değiştiren, alışverişleri yanlış alan, Atsumu'yu alerji krizine sokan gıcık herifin tekiydi. Ama hiç değilse hala Atsumu'nun evlendiği kişiydi, bir suikastçi değildi.

Ne yapacağını bilmiyordu. Kiyoomi bugün dönüyordu. Atsumu ne yapacaktı, kapıyı elinde bir silahla mı açacaktı? 6 yıldır evli olduğumuzu biliyorum ama işim için seni öldürmem gerekiyor, mermi.

Bunu yapabileceğini zannetmiyordu. Atsumu'nun evli olduğu adamı öldürmek için 48 saati vardı ve Atsumu... ilk defa bir hedefi konusunda bu kadar fikirsizdi.

-

Kiyoomi kaydın neresini izlerse izlesin sürücünün kim olduğuyla ilgili bir ipucu göremiyordu. Taktığı kask ve güneş gözlükleri yüzünden hiçbir tarama sonuç vermemişti. Şirketin yüksek teknolojisi bile henüz hiçbir şey bulamamıştı.

Birkaç saatlik çabadan sonra tedirginlik vücudunu ele geçirdi, teknolojiyi siktir edip görüntüleri kendisi izlemeye başladı.

48 saat. Yeterli değildi. Kiyoomi'nin bu sürede yüksek seviyeli başka bir ajanı bulup onu ortadan kaldırması gerekiyordu. Elinde bir ipucu bile yoktu.

Ülkeyi terk etmek şu an harika bir seçenek gibi gözüküyordu.

Görüntüyü baştan sona oynatırken eli istemsizce madalyonuna uzandı ama aradığını bulamadı.

Doğru ya. Madalyonu koca çölde düşürmüştü. Çok üzülmemeliydi, zaten zamanın çoğunda takmıyordu. Yine de o fotoğrafı kaybettiği için azıcık içi acımıştı.

Güzel bir fotoğraftı. Bir zamanlar sahip olduklarının göstergesiydi. Kiyoomi o zamanlar ruh eşini bulduğuna çok emindi... bu noktaya nasıl gelmişlerdi?

Belki de sorun Kiyoomi'deydi. 5 yıl boyunca olduğu kişi hakkında yalan söylemesi aralarını açmıştı.

Acaba Atsumu madalyonu fark eder miydi?

Her neyse. Kiyoomi, Atsumu'nun umurunda değildi ki. Fark etse ne yapacaktı? Belki de bu sefer tutar avizeleri falan değiştirirdi.

Evet, iki koca adam mobilyalarla satranç oynuyorlardı. Gülünç bir durumdu.

Görüntüyü yeniden başa sardı.

Bir döngüye dönüşene kadar bunu yaptı. Ekranda kendisini rahatsız eden, bir türlü göremediği bir şey vardı. Sanki gerçek dilinin ucundaydı da Kiyoomi göremiyordu.

Bazı insanların kendilerini taşıma şekilleri eşsiz olurdu. Sürücünün arabanın arkasına yürüyüşü, roketatarı tutarkenki kendinden memnun duruşu, sanki bütün dünya avuçlarının arasındaymış gibi bir rahatlıkla roketatarı omzuna atışı Kiyoomi'ye inanılmaz derecede tanıdık geliyordu.

Sanki... şey gibiydi... şey–

"Atsumu."

Kiyoomi kocaman gözlerle başını sesin geldiği yöne çevirdi.

Akaashi şirket telefonunun başındaydı. "Kocan aradı. Yemek yedide diyor."

Kiyoomi başını salladı. Tüm bedeni uyuşmuştu.

Yeniden ekrana döndüğünde video baştan oynuyordu.

Sürücü arabadan çıkıyor, Kiyoomi'nin adı gibi bildiği adımlarla yürüyor. 5 yıl aynı evi paylaştığınız birinin adım hızını, adım şeklini ezberliyordunuz. Sürücü arabanın bagajını açıyor, içindeki roketatara uzanmadan önce neşeyle sol elinin üç parmağını şıklatıyor. Kiyoomi buna daha önce nasıl dikkat etmemişti? Sürücü vurulduktan sonra ayağa kalkıyor, sol topuğuyla kumu tekmeliyor. Kiyoomi bu sinir dolu hareketi hayatı boyunca binlerce kez görmüştü.

Atsumu.

Bu ufak tiklerin hepsini Atsumu'da görmüştü.

Saat yedide kendisini yemeğe bekleyen Atsumu.

48 saat √ sakuatsuWhere stories live. Discover now