29. Nostalji

821 35 0
                                    

Nostalji eski bir yaradan kalma acı demekmiş. Öğrendim.

Chris'in arkasından bana kalan yakıcı, yıkıcı, koca boşluktu. Boşluk herkesi neden korkuya, karamsarlığa iter? Kendi sesimizin boşlukta yansıyıp, çaresizlik olarak geri dönmesinden mi yoksa çaresizliğin sesinin kulaklarımıza dolup, ruhumuzu kemirmesinden mi? İkisi de etkili.

Herkesin kendi kişisel cehennemi vardır sınandığı, benimse bir sürü cehennemim vardı. Her giden, geride kalana bir cehennem bırakıp, gitmiyor muydu? Benim cehennemlerimden biri tanesi de artık Chris'ti. Tam 5 saat 43 dakika geçmişti. Bu süre içinde, Lucifer beni kendi halime bırakmıştı. Buna minnettardım. Sandalyeyi sürükleyerek camın önüne getirdim, manzaranın karşısına oturdum ve sadece durdum. Kapıya bakmaya tahammülüm yoktu. İçim üşüyordu, ama ısınmak dahi istemiyordum. Onun ardından buz gibi bir ateşle kavruluyordum. Bu hissi, acıyı hissetmek istiyordum. Hastalıklı gelse de ben tam olarak böyle biriydim. Acı hâlâ Chris'in kalbimde olduğunu, beni bırakmadığını düşündürüyordu. Chris'e hep ihtiyacım vardı, ama o artık yoktu. Bu düşünce zihnimde gezineceğine, acı çekmem daha iyi geliyordu.

Ayaklarımı sandalyenin üstüne aldım, çenemi de dizlerime dayadım. Göğsümde atmaya zorlanan kalbimi korumaya almıştım. Gidişinin kabullenmemek en kolayıydı, çünkü ardında bıraktığı boşluk ve çaresizlikle başa çıkamazdım. Zamanım yoktu, yas bile tutamayacak durumdaydım. Duracak kadar zamanım olmasa da yas tutmalıydım, değil mi? Olmazdı, duygular bu ara beni mahvediyordu. Chris, bir sürü duyguyu kucağıma bırakıp, beni terk etmişken duyguları hissetmek yerine sadece acıya odaklanmak basitti. Kendime zaman ayırıp, yas tutmaya çok ihtiyacım vardı. Yine de düşünürsem ve duyguların kalbime dolmasına izin verirsem o boşluğun beni yutmasına müsaade etmiş olurdum.

Ağlayamıyordum, kolay ağlayabilen biri de değildim. Gözyaşlarımı hep içime akıtırdım. Yine öyle yaptım. Bu değişmemişti. Aklım ve kalbim sınandığım acıyla dolarken, gözyaşları içimde bir nehirden taştı. Yokluğu korkunçtu, dolmayacaktı. Yine de çabaladım. Boşa giden çabalarımla, dilsiz acılarımla, boşluğu dolduramayan gözyaşlarımla boşluğu kapatmaya çabaladım.

Bu süre zarfında odaya sadece yemek bırakan hizmetçi geldi. Bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sorup gitti. Ona dönüp bakmadan, kafamı hayır anlamında sallamakla yetindim. Konuşamayacak kadar yorgundum. Ayrıca bu kızı görmek bile aklıma Talin'i getiriyordu. İçimde çok yara vardı. Üstünü örtmeye çabalasam da kapanmıyordu. Micheal, Talin, şimdi de Chris... Bugün yaşadığım, aldığım darbelerin en büyüğüydü. Chris en ölümcül yarayı açıp gitmişti. Chris neden her şeyi bozdun? Bu mayınlı tarlaya bizi neden sürükledin sanki? Sana en çok ihtiyacım olduğu zamanda nasıl çekip gittin? Beni asla bırakmayacağını söylemiştin. Hepsi yalan mıydı? Doğru zamanda beni terke edebilmek için mi yanımda durmuştun?

En başından bugünün geleceğini biliyordum. Öngörmüştüm, uzatmaya çalışmam boşunaydı. Korktuğum başıma gelmişti. İnsanlarda da durum buydu. Korkular hep gerçekleşmek üzere var oluyordu. Bu bir kural mıydı? Belki. Korkular temelsizdi, en çok sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz için korkuyorduk. Bazen acılar ve yaşanmışlıklardan kalan korkularımız olsa da en çok sevdiklerimizle ilgili korkularımız oluyordu. Ben de terk edilmekten korkuyordum. Korktuğum başıma gelmişti.

Chris bir seçim yapmıştı, o seçim benim mahvolmama neden olmuştu. Hep seçimlerde zorlandığımızı sanırdım. İyi-kötü, doğru-yanlış, yin yang, siyah-beyaz, tüm zıtlıklar bizi bir tercihe zorlardı. Bazen seçim yapar, her seçimin sonuçlarını deneyimler ve bazen bedellerini öderdik. Bazen de seçim yapamayarak, sınanır, yanımızdakileri de peşimizden sürükler yine sonuçlar ve bedellerle yüzleşirdik. Her seçim ve peşinde getirdiği sonuç bizi bir yol ayrımına sürüklerdi.

RUH LEKESİ(düzenleniyor)Where stories live. Discover now