1-Son Olduğu Bilinmeyen Veda

1.2K 134 87
                                    

Bölüm müziği; Balmorhea- Remembrance

🦢🦢🦢

İnsanın yaşadığı anın son olduğunu fark etmemesi bir lütuf mu yoksa ceza mıydı?

Sevdiğine son bakışın, son sarılışın, son öpüşün olduğunu bilmeden alelacele yapılmış bir vedanın hatırası kim bilir ne kadar da ağırdı... Yüzünün her zerresini zihnine kazıyabilir, kemiklerinden küçük bir ses gelene dek sımsıkı sarılabilir, unutmamak için kokusunu derince soluyarak içinde hapsedebilir, sevgi dolu veda busesini uzatarak o anı hiç bitmeyecekmiş gibi dolu dolu yaşayabilirdi insan. Bunun yerine sevdiğini kaybettiğini öğrendikten sonra onu son kez gördüğü anı düşlemeye çalışarak kahrolması çok acıklı değil miydi? Ne kadar hızlı ve üstünkörü bir veda olduğunu, aslında çok kıymetli olan anı önemsizce ve boşu boşuna geçirdiğini düşünerek pişmanlıktan kavrulurdu. Yapılamayan pek çok şey artık geri dönülmesi mümkün olmayan fakat izi de silinemeyen yaralar olarak yüreğe kazınırdı.

Fakat sonucunda o son yaşanacak ve zaten sevilen kaybedilecekse bunu bilmenin ne anlamı vardı? Sevdiğine ne kadar bakarsa baksın yüzü zihninden yavaşça silinen son andaki gibi değil fotoğraf karesindeki halinden ibaret kalacaktı nihayetinde. Hep aynı bakacak, gülecek ve hiç büyümeyecekti. Ne kadar sarılırsa sarılsın bırakmak istemeyecekti fakat o mutlaka gidecekti. O halde bu korkunç bir çaresizlik değil miydi? Sonu engelleyemediği gibi sevdiğini kendi eliyle ölüme göndermeye kim razı gelirdi?

Belki de hiç bilmeden yaşamak lütuftu. Bu nedenle her anı sonmuş gibi sevgiyle, dolu dolu geçirmek gerekirdi.

Okuduğu paragraftan sonra tam da bunları düşünüyordu Ceren. Evde huzurlu bir sessizliğin olduğu cumartesi gününün tadını odasına çekilmiş kitap okuyarak çıkarıyordu ki telefon çaldı. Mutfaktan gelen su sesi kesildi, annesini görmese bile onun ıslak ellerini havluya silerek ayağındaki terlikleri yere çarparak aceleyle telefona koştuğunu işitti. Babası salonda gazetesini okuyor olmalıydı, telefonlara o bakmazdı.

Annesi telefonu açtıktan sonra dudaklarından acımayla dolu bir şaşkınlık nidası yükseldi. Kağıt hışırtıları babasının gazeteyi kapatarak dikkat kesildiğini anlatıyordu.

"Ah canım ne diyorsun? Vah vah... İki de çocuğu vardı çok yazık... Ben Kazım Beye haber veriyorum hemen yola çıkar. Allah'a emanet olsun canım."

Ceren yavaşça doğrularak aralık duran kapıya baktı. Anladığı kadarıyla birisi vefat etmişti. Daha şimdi okuduğu satırlardan sonra insanın içini karartan ve varoluşsal sancılara sürükleyen huzursuz edici ölümü düşünürken böyle bir haber alışı çok tatsız geldi. Kitabı kapatıp komodinin üzerine bıraktı. Terliklerini giyip salona gitti. Babası gazetesini kapatıp okuma gözlüğünü çıkarmıştı. Gri gür kaşları çatılı, yüzünde çok ciddi bir ifade vardı. O her zaman böyleydi. Emekli bir asker olsa bile karşısında hala askerleri varmış gibi dimdik durur, gözlerine hiçbir duygunun yansımasına izin vermez ve karşısındaki herkesi korkutucu sert ifadesiyle kendine çeki düzen vermek için zorunlu hissettirirdi. Ceren, onun ölen kişiye kendince üzüldüğünü anladı.

"Senin de gelmen lazım Feride. Karısını yalnız bırakman yakışık almaz, ona destek olursun. Zor gününde yanında olmadılar dedirtmem hiç kimseye. Ara Karan'ı gelip alsın bizi, hemen yola çıkalım."

Cenaze öğleden sonra olduğu için hemen gitmeleri gerekiyordu. Babası hele ki böyle bir durumda geç kalmayı asla istemezdi. Annesiyle göz göze gelince tereddütlü baktı Ceren.

"Kim ölmüş anne?"

"Sen bilmezsin canım. Babanın eski dostlarından biri. Siz küçükken gelip giderdik birbirimize, sonra taşınmışlardı."

Beyaz Kuğunun ÖlümüOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz