14- Acıyı Yutan Cılız Kollar

642 96 47
                                    

Dedublüman & Mavzer Tabancas- En Dibine Kadar
                                🦢🦢🦢

Soykan ailesinin evi geçmişte gürültünün eksik olmadığı sıcak bir yuvaydı. İçeriye giren sevgi dolu sıcak bir yaşamın varlığını hissederdi. Mutfaktan her daim tıkırtılar gelirdi çünkü iki koca adama sahip olan Feride durmadan bir şeyler pişirir, işin aslında mutfakta vakit geçirmeyi de çok severdi. Kazım salondaki köşesinde gazetesini okur, Karan'ın ısrarlarına rağmen değiştirmediği eski radyosundan gelen cızırtılı sesleri ve boğuk türküleri dinlerdi. Karan kapıyı anahtarla açmak yerine hep zile basardı. Ceren evdeyse hemen kapıya koşar, sarı saçları uçuşarak civciv gibi abisini takip ederek peşinde dolanırdı. Abisi ellerini yıkayana dek o gün içinde yaptıklarını, sinir olduğu bir olayı ve insanları hızlıca anlatmayı bitirirdi. Sonra hep birlikte yemek sofrasına otururlardı. Hiçbir zaman akşam yemeği sofrasına eksik oturulmaz, Karan'ın işi çıkmadıkça yemek saatini geciktirmezlerdi. Bu ailelerinde bir kuraldı.

Vahşi bir cinayetle darmadağın olan bu evin kapıları artık sıcak bir yuvaya değil, anıt mezarlığına açılıyordu. Radyo kapalı, mutfak soğuk, Ceren'in odası ve Kazım'ın okuma koltuğu boştu. Gazete katlanarak konmuş, üzerine okuma gözlüğü yerleştirilmiş bir halde asla dönmeyecek olan adamı bekliyordu. Karan olduğu sürece ayakta duran Feride o gittiğinde ilacını içiyor, uyuyor ya da ağlayarak içini boşaltıyordu. Şimdiyse, yakın gözlüğünü takmış, ıslak gözlerle telefonundaki mesajları okumaya çalışıyordu. Ceren'in okuldayken yazdığı kısa mesajlardı. Yenileri asla gelmeyecekti.

"Çok mutluydun güzel kızım... Neden seni bizden aldı o cani? Kimseye zararın dokunmazdı ki... Pamuk kalplim benim..."

Zayıf kalbi çarpıntıyla boğuştuğunda telefonu bırakıp camları kalın, kenarları boncuk işlemeli gözlüğünü çıkardı. Islak gözlerini kurulayıp bir süre öylece boşluğa baktıktan sonra kurduğu alarm çalmaya başlayınca yavaşça ayağa kalktı. Karan gelmeden toparlanmalı, elini yüzünü yıkamalıydı. Ayağa kalktığında dönen başıyla sendeledi fakat bu çok sık başına geldiği için önemsemeden yürümeye devam etti. Son günlerde her zamankinden daha bitkindi ve bunu artık iyice zayıflayan kalbinin vücuduna yetemeyişine bağlıyordu. Ruhu acı çekiyor, artık kemiklerinin dahi acıyla sızladığı bedenini ilaçlarla uyuşturmayı deniyordu.

Lavaboya girdi, musluğu açıp avuçlarını suyun altına tuttu fakat bir anda yer ayaklarının altından çekildi. Feride titreyen dizleriyle yere yığılırken alnını musluğun kenarına sertçe çarptı. Ağzı acıyla bükülürken parmakları kasıldı, saniyeler içinde kıpırtısız kalarak baygın düştü.

Karan, annesi bayıldıktan yalnızca birkaç dakika sonra eve geldi. Kapıyı anahtarıyla açtı. Evin sessizliği, son günlerde yemekleri ısıtmak için mutfakta olan annesine alışmış olsa da tuhaf gelmedi. Uyuyakalmış olabilirdi. Bu nedenle gürültü yapmadan ceketini çıkarıp astı ve ellerini yıkamak için lavaboya geçti. Kapıyı açtığında soğuk fayansın üzerinde boylu boyunca yatan annesini gördü ve aniden suratına sertçe bir şey çarpmış gibi sendeleyerek geriledi.

"Anne..."

O anda konuşan yirmi sekiz yaşındaki olgun ve güçlü bir adam değil, annesini kaybetmekten ölesiye korkan küçük bir çocuktu. Bedenini hareket ettirebildiğinde hızla içeriye koşarak yere eğildi. Annesinin alnındaki mandalina büyüklüğünde kırmızı şişliği gördü. Düşerken bir tarafa çarpmış olmalıydı. Bedeninin yanında cansızca uzanan elini tutup bileğine dokundu, nabzının zayıfça attığını hissettiğinde derin bir nefes aldı. Zihnine sızan kardeşinin görüntülerini yok saymaya çalıştı. Alnı stresle boncuk boncuk terlerken gözlerini kırparak başını iki yana salladı. Annesine bir şey olmayacaktı.

Beyaz Kuğunun ÖlümüTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon