24.Bölüm

182K 5.3K 1.3K
                                    

Herkese merhaba :) sonunda bu bölümde bitti. Çok uzun zamandır beklediğinizi biliyorum. Ama iyi ve uzun bir bölüm çıkarmak için çok uğraşıyorum. Bu yüzdende bu kadar uzun sürüyor. Neyse buraları çoğunuz okumayacağı için kısa kesiyorum.
İyi okumalar ! :)

----------------------

"Ya bırakın beni, Ezraya yardım edin ! Yaralandı !" Boğazımı yırtarcasına bağırmam, karşımdaki adamların vicdanlarına dokunmazken, göz yaşlarım hâla damlıyordu, kendisine yuva edindiği yanaklarıma. Zorla arabaya bindirilip, korumalarla yola çıkmıştık. Her ne kadar Ezranın yanına gitmek için çaba sarf etsemde izin vermemişlerdi. Ne haldeydi bilmiyorum. Bu bilinmezlik beni daha da korkutuyordu.

Sanki kalbim paramparça olmuşta, her bir parçası göz yaşlarıma hapsedilmiş gibi hissediyordum. Çaresizlik akan göz yaşlarımı hapsettiğim bir kutu olurken, anahtarı Ezrada saklıydı. Kalbim neden bu kadar çaresizliğe düşmüştü bilmiyorum, ama aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyordu.

Neydi bu hissin adı ? Kaybetme korkusu mu ? Yoksa beni kurtarmak için kendinden vazgeçmesinden kaynaklanan vicdan azabı mı ? Göz yaşlarım düşüncelerimin ağırlığı ile daha da fazlalaşırken, araba durdu. Kapımın açılması ile yaşlı gözlerimle korumaya baktım.

"İnmeyeceğim, beni Ezraya götürün." Adam yüzündeki donuk ve sert ifadeyi bozmazken, "Önceliğimiz sizin güvenliğinizi sağlamak, lütfen zorluk çıkartmayın." Dedi. Ne dersem diyeyim yine kendi bildiğini okuyacağını anlamamla arabadan indim. Bacaklarımın titremesi ile tutunacak bir yer aradım. Koluma giren biri ile dengemi sağlarken, bir süre gözlerimi kapatıp kendime gelmeye çalıştım.

"İyi misiniz ?" Başımı iki yana salladım. Gözlerimi açıp etrafa bakındım. Çift katlı, lüks bir evin önündeydik. Çevrede ağaçlık alan ve tek tük ev vardı. Yavaş adımlarla eve girdik. Salon olduğunu tahmin ettiğim geniş odaya girip, koltuğa oturdum. Kafam o kadar ağır geliyordu ki boynuma, taşıyamayacak gibi hissediyordum. Başımı ellerimin arasına alıp, derin nefesler almaya başladım.

"Bir haber var mı ?" Girişte dikilen korumalar istiflerini bozmadan iki yana salladılar başlarını. O anda aklıma gelen fikirle çantamdan telefonumu çıkarmaya koyuldum. Telefonumu bulunca rehberden Oktayın numarasını bulup, aradım.

Üçüncü çalıştı açtı.

"Alo, kimsiniz ?"

"Oktay, benim Hira." Sesim titrerken, ağlamamak için zor tuttum kendimi. Karşıdan bir süre sessizlik ve hışırtı geldi.

"Bir şey mi oldu ? Sesin neden böyle geliyor ?" Boğazımdaki yumru konuşmamı engellerken bir süre bekledim.

"Oktay... Ezra."

"Ne oldu abime !" Onun da sesine karışan korku, merak rahat hissedilirdi.

"V-vuruldu. Lütfen gel. Bir şeyler yap..."

"Tamam, tamam. Sakin ol, sen. Şimdi neredesin sen ? Abim nerede ?"

"Bilmiyorum, korumalar beni bir eve getirdiler."

"Sen telefonu korumalardan birine ver hemen." Oturduğum yerden kalkıp kapıda bekleyen korumaya telefonu uzattım, "Oktay, Ezranın kardeşi." Dedim. Telefonu alıp odadan çıkarken, bende odada bir oraya bir buraya volta atmaya başladım. Sanki oturunca, bir daha hareket edemeyecekmiş gibi hissediyordum.

Ezra ile çok kavga ettik, çok fazla kırdık kalplerimizi. Bir zamanlar ölmesini bile istediğim olmuşken, şimdi ölmesini düşünmek dahi nefesimi kesebiliyordu. İnsan nefret ettiği bir insanı kıskanır mıydı ? Veya ölmesinden korkar mıydı ? Kollarında güvende hisseder miydi ? Onu her gördüğünde istemsizce mutlu olur muydu ? Söylediği her güzel sözde, midesi tuhaf tepkiler verir miydi ?

ŞebefruzWhere stories live. Discover now