ZH/39🍀

24.7K 1.5K 271
                                    

İnsan ruhen mi pasifleşir yoksa bedenen mi? Hangi durumda hareket yetisini kaybeder? Kendisini en çok hangi durumda hayattan bağımsızlaştırır?

Belki de cevabı olmayan binlerce soruyla karşı karşıyayım şu anda. Tepkisizce denizi seyrediyordum. Mutlu muydum, bilmiyordum. Gerçi henüz daha cevabını bile verememiştim. Bir yanım delicesine 'evet!' diyordu. Her şeyi düşünerek vermeliydim bu cevabı. Sırf bir anlık sevinç ve nefsime kapılıp evet diyemezdim. Bir ailem vardı, okumam gereken bir okulum vardı. Melih'le hayatımı birleştirmeyi çok istiyordum ama garantisini veremiyordum. Neyin, nasıl olacağının garantisini veremiyordum.

Yaşadığım şeyi etrafa saçıp karışık parçaları bir bir toplamak istiyordum. Daha sonra onları özenle yerleştirip neyin nasıl olabileceğini kararlaştırmak istiyordum. Ruhumu düzene sokup düşüncelerimi bir ayarda tutmak istiyordum. Ama sadece istiyordum.

Çalan telefonun melodisi kulağıma ulaştığında gözlerimi denizden kenara çekip çantamdaki telefonumu çıkarttım. Arayan annemdi.

"Alo, selamunaleyküm anne"

"Aleykümselam kızım. Neredesin?"

"Sahilde oturuyorum anne, siz neredesiniz?"

"Bizde iki sene önce Konya'da oturan Ahmet amcanlara geldik. Israr ettiler illa burda kalın diye. Biz iki güne geliriz kızım, oldu mu?"

Derin bir nefes alıp saniyelik gözlerimi kapattım.

"Tamam annecim Allah'a emanet olun. Selam söyleyin." Dedikten sonra annemin de cevabını alıp telefonu kapatmıştım. Mesaj bölümüne girdiğimde hiç bir bildirimin olmadığını görmüştüm. Yaklaşık yarım saat önce Melih'e attığım mesaja bir cevap gelmemişti henüz. Haklıydı aslında. 'Biraz düşüneceğim' diye yazdığım mesaja hiçbir cevap vermemesi normaldi. Bu beni düşüncelerimle kendi başıma bırakması anlamına geliyordu.

Şu an kalkıp koşa koşa Melih'e gitmek istiyordum. Ona İstanbul'un duyacağı şekilde 'evet' demek istiyordum. Ama... arkadaki hayatımı geride bırakamıyordum. Önceliğim onlardı. Bir şeyleri danışmadan kendi başıma karar veremezdim.

Bu kadar düşüncenin beynimi fazla işgal ettiğini varsayarak oturduğum yerden ayaklanmıştım. Yüzümde hissettiğim tebessüm bugün bana yapılan evlilik teklifindendi. Bunu biliyordum. Evliliğini hayal et deseler böyle bir şeyin hayal dahi olacağını bile düşünmezdim. Şimdi ise... gerçekti! Bana yapılmıştı hem de!

Hâlâ gülümsediğimi fark ettiğimde kendimi düzene sokmuştum. Dışarıdan deli pozu veremezdim. Bu halimle otobüs durağına geldiğimde etrafıma şöyle uzunca bir bakındım. Ne için gelmiştim, şimdi ne için uğraşıyordum. Hayat garipti. Sizi ters köşe yapabilecek kadar hem de. Bugün de böyle oldu dediğinizde yarın da böyle olacak diyemiyordunuz. Gün doğmadan neler doğar sözü bu durumu gayette iyi açıklıyordu. İnsan bir an mutluyken, bir gün de paramparça da olabilirdi veya en önemlisi bir gün önce yaşıyorken bir gün sonra ölebilirdi. Hayat buydu işte. Güvencesi olmayan, size arkasını rahatça dönebilen örülü bir duvar gibiydi.

Yaklaşan otobüse baktığımda gideceğim semtin adresiyle uyuşuyordu. Kendimi düşüncelerden arındırarak duran otobüse besmeleyle ayağımı atmıştım. Kartımı okutup arkaya doğru geçtiğimde içinin çok sıkı sıkıya dolu olmaması beni rahatlatmıştı. En arkadaki boş yere oturup başımı cama taraf çevirmiştim. Yanımda bilmem kaç tane gelip geçen arabalara bakarken koltuğumun önündeki yazı dikkatimi çekmişti. Güzelce kağıda yazılıp benim bir önümdeki koltuğun arka tarafına yapıştırılmıştı.

ZORAKİ HİZMETÇİWhere stories live. Discover now