6. Bölüm "İsimsiz Kitap"

632 530 341
                                    

Bölüm Şarkısı: JB Cooper- September Song.

Hayat; her yeni bir günde beklenmedik olaylar, durumlar, gündem konuları ve hiç tahmin dahi edemeyeceğimiz insanları karşımıza çıkarır. Karşımıza çıkan kişiyi ilk gördüğümüzde şaşırmayı bırakın yutkunamıyoruz bile.

Yutkunamadım, kirpiklerimi oynatamadım, zar zor nefes alıp verebildim. Bir gün içerisinde çok fazla eski tanıdıkla rastlaşmadım mı acaba?

Sabah üniversite arkadaşlarımla kafede karşılaşıyorum ve şimdi... Diğer eksik parçamla, abimle.

Ege Bey sarılmayı bırakıp yanındaki adamın çarprazında olan Ali Bey'i, Alp'i ve Ece'yi gösterdi. Ama onun gözleri bendeydi ve fazla kısa olmayan elbisemde. Yavaşça yanıma geldiler.

"Bu hanımefendi Algı. Benim asistanım olur, kardeşim." Hiçbir yerde fotoğrafları yoktu. Ege Bey, Efe'nin ismini bile hiç anmamıştı. Çok saçma. Nasıl anlamadım? Ege Bey'in mavi gözlerindeki sisler kalkmış ve parıltıyla süslenmiş bir afişin göz alıcılığını sunuyordu etrafa, bence.

"Senin bu boy bir elbiseyle ne işin var? Hem de bir davette. Bu kadar erkeğin içinde (!)" Ege Bey'in gözleri Efe'nin sözleriyle benden düştü ve arafta kalmış bir ruhun çektiği acının temsili aktı ayaklarımın ucuna. Hiçbir yerde fotoğrafları yoktu. Ege Bey, Efe'nin ismini bile hiç anmamıştı. Onların arasında bir bağ olduğunu anlamamam çok normaldi.

Efe'nin ten rengi esmere dönüktü, Ege Bey'in ten rengi ise daha beyazımsıydı. Efe, abisine göre daha uzundu. Saç renkleri bile farklıydı. Tek ortak noktaları göz renkleriydi ama göz renklerinin tonları arasında dünyalar kadar fark vardı. Efe her hâliyle dikkat çekiyordu ama o bunu hiç umursuyor gibi görünmüyordu. Ege Bey dikkat çekmeyi sevmiyordu ama donuk bakışları ister istemez insanların odak noktası oluyordu. Bunları düşünürken onları süzüp, incelememe gerek yoktu. Her şey bâriz ortadaydı.

"Sana bir şey sordum. Cevap verir misin lütfen, Algı?" Efe'nin amiyane tabirle kükremesiyle etraftaki sesler sessizliğe gömüldü. Benim durgunluğum bir iç çekişimle taçlandı. Bir iki adım geri gittim ve Efe'nin suratına baktım.

"Bana bağırma... Bana bağıramazsın!"
Efe bir adım atıp karşıma dikildi gözleri bende değil yerdeydi. İstemsizce yere baktım, ayaklarına. Parlak rugan ayakkabısının ucunu yere temas ettirmiş topuğunu hafif yukarı kaldırdı. Kollarını birbirine bağladı alt dudağını üst ve alt dişinin arasına kıstırmıştı. Ukula bir genç tavrı vardı her hücresinde. Öyle biri değildi...

Yere doğru hafif eğik olan başını ağır hareketlerle yukarı kaldırmaya başladı. Suratında anlamsız bir tebessüm vardı. Alay eder gibi.

"Sana bağıramam ha (!) Bu söylediğine kendin bile inanmıyorsun değil mi?" Ses tellerine mukayet olmazdı ki o. Çay isterken bile bağırırdı. "Çok güzel olmuşsun." derken bile ya da sesi kısılırdı beklenmedik bir anda.

"Ben ciddiyim." Suratında alay barındıran ifade yerini kızgınlığa ve ikilemde kalmışlığa bıraktı. Birbirine sarılı olan kollarını çözdü bir elini pantolonun cebine diğer elini benim koluma sardı. Yavaşça beni kendine çekti. Kolumda olan elini belime çıkardı ve sarıldı. Ben de yavaşça ellerimi sırtına oradan omzuna çıkardım. Abim dediğim adamı uzun bir süre sonra karşımda görüp azarlamaya çalışır tondaki sesi, onun bana kızgın olduğunu ve bana tavır yaptığı hissini filizlendirdi kalbimin küçük bir parçasında. O his giderek dallanıp budaklandı her geçen saniye.

***
"Bu atleti giyip dışarı çıkmayı planlıyorsun. Ben yanlış anlamadım değil mi?"

"Hayır Efe, büstiyerle. Sen, Ela'ya karışsana! Neden ben yani?"

Bana Ne AşktanWo Geschichten leben. Entdecke jetzt