5 Δ Yıldız

1.6K 127 26
                                    

Nishinoya, Tobio ve Hinata aralarındaki muhabbeti ilerletirken ben de telefonumu çıkarıp saate baktım. Daha öğle arasının bitmesine çok var gibi görünüyordu. Hızlı bir şekilde sosyal medya hesaplarımı kontrol ederken aynı zamanda da bir kulağımla konuşmaları dinliyordum. Önce aralarında bir ortaokul muhabbeti geçti, sonra Tobio, Nishinoya'ya neden bu okula geldiğini sordu. Sorusu ilgimi çektiği için kısa süreliğine gözümü telefondan çekip Nishinoya'nın vereceği cevaba dikkat kesildim.

"Ben, Karasuno'ya geldim çünkü..."

Tobio ve Hinata, pür dikkat Nishinoya'ya bakarken Nishinoya, soğukkanlılıkla başını kaldırdı ve aynı soğukkanlığı sesine yansıtarak "...kızların üniformalarına bayılıyorum." dedi. Yüz ifadesinin verdiği etki, söylediği şeyin etkisiyle o kadar zıttı ki, bir an için ne dediğini algılayamayıp sadece 'Ne?' tarzında bir şey olmuştum. Kızların üniforması, okul seçmek için iyi bir etken olabilir miydi ki? Daha önce hiç üniformasına göre okul seçen birini görmemiştim. Tamam, ben de üniformalara dikkat ediyordum ama üniforma için okul seçmek bir kez olsun bile aklıma gelmemişti. Nishinoya, sen nasıl bir dünyada yaşıyorsun böyle?

Nishinoya, sözlerine devam edip muhabbeti Karasuno'daki kızlara kaydırmaya başlayınca, bakışlarımı tekrar telefonuma çevirdim ve "Manyak." diye mırıldanıp sosyal medyaya bakmaya devam ettim. 

Manyak diye mırıldanmış olsam da 'sebep' i gerçekten hoşuma gitmişti.

Gerçi ben okulun üniformasıyla pek barışık sayılmazdım; o kurdele tarzı şey çok itici göründüğünden onu boynuma takmayı kesin bir şekilde reddetmiştim. Şimdilik neden takmadığımı soran olmamıştı, olursa da bahanemi hazır etmiştim: "Boynumu sıkıyormuş gibi hissediyorum ve nefes alamıyorum. O yüzden takmıyorum."

Bence gayet işe yarayabilecek bir bahaneydi.

Öyle bir an geldiğinde, bu bahaneyi ortaya atmamla karşımdakinin nasıl bir yüz ifadesi alacağını merak ettim ve bu merak nedeniyle istemsizce dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. 

Dışarıdan bakılınca bu kıkırtı, deliliğe attığım adımın bir işareti gibiydi fakat bu sadece küçük bir 'düşünceye dalış' meselesiydi. Her insan bazı zamanlarda yoğun düşüncelere dalardı ve bu düşüncelerin getirisi olarak ya mutlu olur, ya üzülür, ya da acı çekerdi. Ben sadece bu ifadeleri yüzüme yansıtmaktan kendimi alıkoyamıyordum. İster istemez yüzümde, o hayalimin bana kazandırdığı duygu ortaya çıkıyordu.

Normalde duygularımı çok iyi saklayabilen biri olsam da hayal dünyamın etkisi beni, kendimi saklama potansiyelimin çok ilerisinde bir yere götürüyordu.

Düşüncelerimin arasından telefonumun titremeye başlamasıyla sıyrıldım ve sinirle iç çektim. Bir kere de zamansız aramasanız olmaz mıydı? Telefonu salonda yanıtlayamayacağım için yine dışarı çıkmam gerekiyordu. Arayan kişiye bakıp ekranda 'Annem' yazısını görünce sinirlerim daha da tepeme bindi. Şimdi açmasam, iki saat onun bana kızmasını dinleyecektim. Babam burada olmadığından dolayı telefon konusunda çok hassaslaşmıştı ve hemen ona geri dönmezsem veya haber vermezsem günümü anında rezil ediyordu. Buna alışmıştım fakat bazen cidden kafama takabiliyordum. 

Bugün o kızgınlığı hiç çekemeyeceğimden, aramayı meşgule verdim ve koşar adım salondan çıkıp okul bahçesine doğru yürüdüm. Salondan çok fazla uzaklaşmamaya da özen göstermiştim.

Kendime düzgün bir yer bulduğumda rehbere girip annemi geri aradım ve telefonu sol kulağıma götürüp beklemeye başladım. Yaklaşık beş saniye sonra telefonun diğer tarafından annemin sesi geldi.

Erratic Simian Δ Oikawa Tooru x OCTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon