23 Δ Tebessüm

977 92 17
                                    

"Gergin görünmene rağmen antrenman maçında iyi iş çıkardın. Her ne kadar senin oraya uyum sağlayamayacağını düşünmüş olsam da Ukai Koç o kadar ısrar edince onu reddedemedim doğrusu."

"Ne tesadüf, ben de reddedemedim."

Kaşlarımı imayla yukarı-aşağı oynatıp gözlerimi devirdim. O an Koç'a söyleyemediğim söyler şu an dilimin ucuna gelip geri gidiyordu. Keşke yaşıtlarıma karşı kullanabildiğim kadar büyüklere karşı da sivri dilimi kullanabilseydim. Bu sayede insanları kolaylıkla reddedebilirdim. Laf söylemekten çekinmeyen fakat kibarlığından da ödün vermeyen biri olmak beni aşırı zorluyordu.

Derin bir iç çekip bakışlarımı aşağıya, Dateko'yla mücadele içinde olan takıma çevirdim.

"Takımının durumunu merak ediyorsan: Karasuno'nun cephanesinde daha bir sürü mermi var. Şu an olmasa da maç ilerlediğinde bu mermileri kullanıp kendilerini öne taşıyacaklardır."

"Öyle mi?"

Onları dinlediğimi anlamasınlar diye sahte bir şaşkınlık ifadesi kullanarak yan gözlerle yaşlı adama baktım.

"Evet. Elindekileri doğru kullanan zaferi hak eder. Karasuno bunu başaracak gibi görünüyor. Umarım bizim çocuklar için de aynısı geçerli olur."

Bedeninin üst kısmı arka doğru eğilecek şekilde güldü.

Doğruydu, kozlarını düzgün oynayan herkes üstünlük elde ederdi. Bu kural nerde olursa olsun sarsılmaz bir kuraldı. 

Konuşmanın bu gülüşle bittiğini anladığımda başka bir şey söylemedim ve yaşlı adamın yanındaki genç koçla konuşarak ağır adımlarla benden uzaklaşmasını izledim. 

Maçın sonraki zamanları Karasuno ile Dateko arasında çalkantılı bir şekilde ilerledi. Benim dikkatim o yaşlı koçla olan konuşmadan sonra dağıldığından, maçı bir önceki maçta yaptığım gibi uzun soluklu bir şekilde izleyemedim. Telefonuma gelen bildirim yüzünden Hinata'yla Tobio'nun hızlı saldırılarını bile kaçırmıştım. Bu yüzden maçı izleme şevkim daha da kaçmıştı. 

İlk set bitene kadar zamanımı telefona bakarak, arada bir sahaya göz atarak, geçirdim. 

İkinci sete geçildiğinde arkamdaki boş oturma yerine oturup bedenimi olduğum yere iyice yaydım. Net bir şekilde olmasa da sahanın bir kısmı gözüküyordu ve oyuncuların yaptığı hareketler belli oluyordu. Bu kadarı bana yeterdi zaten; izleyicilerin tepkilerine göre sahaya baksam maçın özünü anlayacak kadar maçı izlemiş olurdum. 

Telefon ve saha arasında mekik dokuyan gözlerim, maçın zaman zaman heyecanlı bir hal alması ve sonrasında sakin bir sürece girmesiyle uzun bir yorgunluk evresine girdi. Neredeyse kapanmakta olan gözlerim, 'her an bir şey olabilir' kaygısıyla kendisini açık kalmaya zorluyordu. Voleybolun bana göre keşfettiğim en iyi yanı setlerin çok kısa sürüyor olmasıydı. Öbür türlü asla maçın sonunu getiremezdim. 

Birkaç bağırışma ve Nishinoya'nın ayağıyla top kurtarması dışında başka bir ekstrem olayın olmadığı ikinci set de maçı Karasuno'nun kazanmasıyla sona erdi. 

Maçın bitmesiyle gözlerimi sahada gözlerimi dolaştırdığımda turkuaz-beyaz formalarıyla yan sahaya dizilmiş voleybol takımını gördüm. 

Aoba Johsai'nin maçının yan sahada olduğunu yeni fark ediyordum. 

Oikawa'ya söylediğim o sözlerden sonra onların maçına bakmak tuhaf hissettirmişti. Ben genellikle lafımın arkasında duran bir insandım; birisine bir şeyi yapmayacağımı belli ettiysem o şeyi yapmazdım fakat bu sefer nedense bu huyumun dışına çıkacakmışım gibi geliyordu. Sonuçta, Oikawa ile aramda herhangi bir kötü durum yoktu. Voleybolda gerçekten iyi olduğunu da dürüst bir şekilde kabul ediyordum. Sadece, kendi takımı dışındaki bütün takımlara karşı bir antipatisi vardı ve bu onun o takımlar tarafından kötü kişilikli biri olarak görülmesine sebep oluyordu. Karasuno'dakiler için de durum aynen böyleydi. 

Erratic Simian Δ Oikawa Tooru x OCWhere stories live. Discover now