17

1.1M 20.1K 3.1K
                                    

Zil çaldığında Kağan'ın yanından hemen ayrılmak adına yerimden kalktım. Ondan ne kadar iğrendiğimi gösterecek bir bakış attıktan sonra, Cansu'nun yanına gittim. Birlikte bir şeyler yemek için kantine indik. Kantin de okul gibi küçüktü. Uzun dikdörtgen biçimli bir alanı vardı. Duvar kenarlarına dizilişmiş masalar dopdoluydu. Bazı masalar birleştirilmiş, toplu muhabbet ederek yemek yiyen öğrencilerle çevrilmişti. Ufak büfesi masalardan uzak bir köşede en dipte yer alıyordu.

Yine içeriye girdiğim anda tüm gözler üzerime çevrildi. O an siyah gri karışımı formaların içinde pembe tişörtüm ve kot şortumla bir gökkuşağı gibi dikkat çekiyordum. Resmen kendimi bir hedef tahtası gibi hissediyordum ancak kimseyi takmıyormuş gibi görünmeye çalışarak en havalı halimi takındım.

Büfenin önünde sıraya girmiş tek tük öğrencileri görünce, biz de arkalarından sıraya girdik. Başımı uzatıp büfenin içine baktığımda, eski okulumun kantinine nazaran pek bir çeşit olmadığını gördüm, ama çok da kötü değildi. En sevdiğim kremalı kahvelerden vardı mesela!

Cansu'yla tost ve meyve suyu aldıktan sonra oturmak için masa aramaya koyulduk, fakat kantin o kadar doluydu ki ayakta kalmıştık. Ayakta dikilmek çok sinir bozucu olduğundan bir köşede boş masa görünce, "Şu tarafa gidelim, boş masa var orada," diye fikir önerdim hemen.

Cansu işaret ettiğim tarafa dönüp isteksizce, "Hayır. Olmaz," diye cevap verdi.

Kaşlarımı şaşkınlıkla yukarı kaldırdım. "Neden, boş işte! Gidelim," diyerek masaya doğru yürüdüm.

Masaya geçip oturduğum anda herkes sohbetini ve yemeğini bırakıp bize döndü. Bu öyle tuhaftı ki oturduğum anda sanki kantindeki her şey donup kalmış, ortam korkunç bir sessizliğe gömülmüştü. Bu durumu biraz garipsesem de içeceğimi masaya bırakıp tostumdan küçük bir ısırık aldım ve üzerimdeki garip bakışlara aldırmamaya çalıştım. Cansu yanımda ayakta dikilirken sıkıntıyla etrafa bakındı.

"Buket, kalk hemen. Buraya oturamayız."

"Neden?" dedim şaşkınca. Zaten kantindeki ölüm sessizliği beni tedirgin etmeye başlamıştı. Cansu'nun da böyle endişeli davranması çok garipti.

Bana dönerek, "Bu masa Kağanlara ait. Onlardan başka kimse oturamaz," dedi.

Ah! Şimdi anlaşıldı. Gözlerimi devirdim. "Çok saçma. Tapusu da var mıymış bari?" dedim dalga geçerek.

Cansu'nun gözleri iri iri açıldı. "Kalk gidelim, bahçede yiyelim yemeğimizi."

"Burası gayet iyi. Hem ben etrafta masayı sahiplenecek kimseyi göremiyorum. Otur sen de hadi," dedim ve kolundan çekerek yanıma oturmasını sağladım.

Pes eden Cansu derince iç çekip tostundan koca bir ısırık alarak yemeğe koyuldu. "Yemin ederim bir zamanlar ben de senin gibiydim," dedi usulca gülerek.

"Bir zaman mı, şimdi neden öyle değilsin peki?" diye sordum meraklı bir sesle.

"Bazen öyle şeyler yaşıyorsun ki bu senin cesaretini kırabiliyor. İnsanlar seni büyük hayal kırıklığına uğratıyor, bu normal, ama hiç beklemediğin birinin bunu yapması, işte, bu gerçek hayal kırıklığı oluyor. İster istemez kendini biraz geri çekiyorsun. Artık her adımını daha dikkatli atma isteği oluşuyor, bir nevi savunma mekanizması gibi yani, sürekli tetiktesin," deyip buruk bir şekilde hafifçe tebessüm etti. "Sakın senin de cesaretini kırmalarına izin verme, bu insanı gerçekten değiştiriyor."

Cansu'nun uyarı dolu sözlerinin ardında yatan kırgınlığı hissettim. Bakışlarında çözemediğim tuhaf bir keder vardı. Geçmişte zor bir şeyler yaşamış olmalıydı. Acaba bu okulda ne yaşamıştı da böyle değişmişti?

Ona güvence vermek istercesine başımı olumlu anlamda salladım. "Endişe etme," dedim şakaya vurarak. "Beni kimse korkutamaz, inatçıyımdır ben." Kederinin dağılmasını istiyordum.

PSİKOPATWhere stories live. Discover now