4. Bölüm

2.2K 45 2
                                    

  Muhteşem Bihruz Bey kudema-yı vüzeradan [eski vezirlerden]müteveffa [vefat etmiş, ölmüş] (...) Paşanın mahdumudur [oğludur].

 Vilâyetten vilâyete intikal ile [göç ederek] on beş sene kadar ale'ttevalî[birbiri ardınca] İstanbul'a ayak basmamış olan pederiyle sigar-ısinninde [küçük yaşlarında] memleket memleket dolaştığından dolayı Bihruz Bey bir çocuk için derece-i ulâda [birinci derecede] vacibü'ttahsil olan [öğrenilmesi gereken] malûmatı [bilgileri] on altı yaşına kadar ele getirememiş idi. Nihayet pederinin bir infisali [görevden alınması] üzerine İstanbul'a vürudunda [dönüşünde] mahdum beyin[oğlunun] bir rüştiyeye [ortaokula] konulmasına nasılsa himmet olundu. Aradan altı ay mürur etmeden [geçmeden] (...) Paşa yine bir vilâyet valiliğine memur ve İstanbul'dan tekrar müfarekata[ayrılmaya] mecbur oldu ise de artık bu defa Bihruz Bey tahsilinden geri kalmamak için validesiyle beraber İstanbul'da bırakıldı.

  İki sene sonra paşa yine mazulen [görevinden alınarak] İstanbul'a geldiği zaman mahdum beyi [oğlunu] kara cümleden, imlâdan, kıraatten[okumadan] bizzat bi'l'imtihan [sınav yaparak] malûmatını derece-i kâfiyede [yeterli derecede] görmekle tahsilini ikmal edip[tamamlayıp] de bir şehadetname [diploma] alıncaya kadar mektebe devam ettirmeye lüzum görmeyerek çocuğu kendi arzusu üzerine Babıali aklâmından [devlet dairelerinden] birisine çırak ettirmiş ve beyefendi için tahsili artık bittabi vacip görünen Fransızca ile beraber ikinci derecede lüzumu teslim olunan Arabî ve Farisî'yi [Arapça veFarsça'yı] öğrenmek üzere Bihruz Beye başka başka maaşlı hocalar tayin etmiş idi. 

  Bihruz Bey ilk hevesle beş altı ay kadar kaleme devam ederek daha Fransızca bir ibare okumaya iktidar hâsıl etmeden [kazanmadan]ağızdan bellediği bir hayli elfaz ve terakip [kelime ve terkipler] ile en alafranga genç beylerin tavır ve kıyafet ve hâl ve hareketini taklitte hakka ki [gerçekten] bir büyük eser-i istidat [yetenek] gösterdi.

  Bihruz Bey valideyninin [anne ve babasının] tek evlâdı olduğu için zaten pek şımarık büyümüş idi. Pederin servet ve sâmânı [zenginliği]mahdumun her arzu ettiği şeyi kolaycacık istihsal edebilmesine [elde edebilmesine] müsait olduğu gibi gençlik icabatından [gereklerinden]olan temayülâtına [istek ve eğilimlerine] da hiçbir taraftan bir gûnemümanaat [engel] görmediği cihetle Bihruz Bey sonraları kaleme[devlet dairesine] gidip gelmeyi pek seyrekleştirmiş idi. 

 Kaleme gitmediği günler ise saçlarını kestirmek, terziye esvap ısmarlamak,kunduracıya ölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerle Beyoğlu'nda, ötede beride vakit geçirir, cumaları, pazarları da sabahleyin hocalarıyla yarımşar saat ders müzakeresinden sonra hanesinden çıkar, akşamlara kadar seyir yerlerinde dolaşır idi.

  Vilâyetlerde bulunduğu zaman en büyük zevki, sırmalı esvap içinde,midilli veya at üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret olan bu beyin İstanbul'a geldikten sonra merakı üç şeye masruf oldu [yöneldi] ki birincisi araba kullanmak,ikincisi alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek, üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla Fransızca konuşmak idi. 

 Bey, kışları Süleymaniye'deki konaklarında, yazları da Küçük Çamlıca'daki köşklerinde ikamet ederdi. Kendisi gibi kibarzadegânın [zengin(sosyete) çocuklarının] rağbet göstereceği hiçbir seyir yeri bulunmazdı ki bu beyefendi en son modaya muvafık surette [uygun şekilde]giyinmiş olduğu hâlde bazen yağız ve bazen kır bir çift beygir koşulu dört tekerlek üzerinde üstü ve yanları açık süslü bir peykeden ibaret olan ve seyis oturmaya mahsus yeri arka tarafında bulunan arabasıyla orada hazır bulunmasın.

  Kışın, meselâ zemheri içinde, bir açık hava görünce, arkasında mücerret süse halel vermemek [sadece süsünü bozmamak] için dar ve incerek jaket, dizlerinin üzerinde ise mücerret [sadece] süslü görünmek için bir kadife örtü bulunduğu hâlde Beyoğlu caddesinde,Kâğıthane yollarında araba kullanmak hevesiyle en şedit [sert]poyrazın karşısında tiril tiril titreyen Bihruz Bey, yazın da otuz otuzbeş derece sıcak günlerde Çamlıca, Haydarpaşa, Fenerbahçesi yollarında yine o hevesle en kızgın güneşin altında haşım haşım haşlanır ve fakat bu azabı kendisine en büyük zevk addeder [sayar] idi. Bihruz Bey her nereye gitse, her nerede bulunsa maksadı görünmekle beraber görmek değil, yalnız görünmek idi.

 Nihayet (...) Paşanın vuku-ı irtihali [ölümü] üzerine mahdum bey def'aten [bir anda] yirmi sekiz bin liralık bir mirasa nail olarak ef'alince [hareketlerince] de serbest kalınca o servet-i cesimeyi [büyükserveti] az zaman içinde ifna [yok] edecek bir sefahete [zevk ve eğlenceye]koyuldu. Çünkü valide hanımefendinin mahdum bey hakkında eskiden beri hiçbir hükmü, hiçbir tehdidi nafiz ve müessir [etkili]olamazdı. Pederinin irtihalinde [ölümüyle] oğluna intikal eden [geçen]servetin hüsn-i idaresi [iyi idare edilmesi] yolunda akrabadan bazı zevatı[kişileri] işe karıştırmak gibi tedabire [tedbirlere] teşebbüs etmiş ise de semeresiz [sonuçsuz] kalacağını anladığı gibi çocuğu bütün bütün kendi hevasına [heveslerine] bırakmak zaafını göstermiş ve fazla olarak genç beye o cihetle de bir sıkıntı çektirmemek üzere konağın mutfak mesarifini ve hizmetlerinde ibka ettikleri [tuttukları] bazı emektar etbaın [hizmetçi ve uşakların] maaşlarını kendi iradından[gelirinden] tesviye etmeye [karşılamaya] razı olmuş idi.

  Mirasyedi beyefendinin kendi sefahatinden [zevk ve eğlencesinden]başka hiçbir masrafı olmadığı hâlde her ay eline geçen yüz elli lira kadar bir para o sefahate kifayet etmezdi. 

  Bu arada idi ki beyin Arabî ve Farisî hocaları birer birer duçar-ı istiskal olarak [küçümsenip aşağılandıklarından] konağa gelmemeye başladılar. Yalnız Mösyö Piyer namındaki Fransızca hocası beyin mizacına göre şerbet verir kurnaz bir ihtiyar olmakla onun kemakân[eskiden olduğu gibi] devamına müsaade ve hatta dört liradan ibaret maaşı altı liraya iblağ olundu [çıkarıldı].

  Alelumum [Bütün] mirasyedilerin düşündüğü gibi Bihruz Bey deservetini yemekle bitmez tükenmez zannederdi. Binaenaleyh ulu orta giriştiği istihlâkâta [harcamalara] nakitten [paradan] başlandı. Onlar bitince İstanbul tarafındaki en az irat [gelir] getiren dükkânlar birer birer defolundu. Badehu [Ardından] Beyoğlu'ndaki ehemmiyetli mağazalara sıra geldi. Bunlar da elden çıkarıldı. İrat namına Galata'da bir han kalmış idi. Nihayet o da satıldı. Mülk olarak elde Süleymaniye'deki konak ile Küçük Çamlıca'daki köşkten başka bir şey kalmadı.Mamafih Bihruz Bey dalmış olduğu mezlaka-i sefahatte [zevk ve eğlence yolunda] arabasıyla, etbaıyla [uşak ve hizmetçileriyle], debdebesiyle puyan olmakta [koşmakta] devam ediyordu. Çünkü valide hanımın renk renk kadife mahfazalar içinde çekmecelere ziynet veren mücevherat ve hulliyatına [ziynet eşyalarına] henüz el sürülmemiş ve hanımın kendi uhdesinde bulunan diğer beş on parça akarata [gelir getiren mülklere] ise hiç taarruz olunmamış idi.  

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin