42. Bölüm

204 9 0
                                    

Zavallı Bihruz Beyin fikr-i bidar-ı nağmekârı [şarkı söyleyen uyanık düşüncesi] "Bu müennes [kız] on altı yaşında idi. Ölmek için pek erkendir", "Mutlak bir adam çiğnemiş, hapse gitmiştir" nakaratlarını bi'l-münavebe [dönüşümlü olarak] tekrar ede ede beyefendiyi gece yarısından iki üç saat sonralara kadar yatağında mustaribü'l-hâl ettikten [ıstırap hâlinde bıraktıktan] sonra gözlerini kapamaya meydan vermiş idi. Genç bey altı saat bilâ-fasıla [aralıksız] uyuyup gözlerini açar açmaz nazarını [gözünü] konsolun üzerindeki saatin kadranına atfetti [yöneltti]. Akrep iki rakamının hizasında, yelkovan ise bir rakamının üzerinde idi. Bihruz Bey, "Eyvah, pek geç kaldım, ya bulamazsam?.." kelimelerini tefevvüh ederek [söyleyerek] yatağından fırladı. Alelacele ve itinasızca olarak tuvaletini yaptı, giyindi. Bu aralık, "Beyim uyanmış galiba" diyerek oda kapısından içeriye dalan dadı kalfanın "Bu gece seni bekleyemedim, affedersin beyciğim! Nalişger'e tembih ettiydim, beyefendi gelince bana haber ver diye. O da uyumuş kalmış. Bir yere mi gideceksin, giyinmişsin. Kahvaltı etmeyecek misin beyim? Andon hâlâ gelmemiş. Acaba ne oldu da gelmedi bu? Araba ısmarlamışsın, iki saatten beridir bekliyormuş" yollu gevezeliklerinin hiçbirisine cevap vermeksizin haremden çıktı. Hemen karşısına çıkan Mişel Ağanın "Araba hazırdır bekliyor" sözüne, "Biliyorum" cevab-ı muhtasarıyla bilmukabele [kısa cevabıyla karşılık vererek] bastonunu aldı. Aşağıya indi. Arabaya girerken, "Kadıköyü'ne, çabuk olmalı!" emrini verdi. Gırrr!..

Yirmi dakika içinde Kadıköyü'ne varıldıktan sonra Bihruz Bey arabacıya, "Şu sokağa gir! Şuradan sap! Şu yoldan git!" diye diye bir bağ kapısının önünde arabayı durdurdu. Kendisi hemen arabadan indi, bağ kapısının kocaman demir halkasını şiddetle vurdu. Bir daha vurdu, bir daha vurdu. İçeriden gelen, "Geliyor, geliyor!" sadalarını müteakip kapı açıldı. Kapıyı açan başı yemenili, sırtı hırkalı, kırmızı kuşaklı, abadan poturlu, çıplak ayakları kırmızı yemeni içinde, çiçek bozuğu, çakır gözlü, sarı seyrek sakallı, bodur bir adam idi. Bihruz Bey bu zavallıyı adamdan saymak istemediğinden maa'l-kerahe [tiksintiyle] şu suretle hitap etti:

— Bir adam yok mu be?

— Nasıl adam ararsın be?

— Keşfi Beyi soracağım.

— Ey bana sor!.. Niçin bana sormazsın? Ben adam değil miyim?

— Başka bir kimse yok mu?

— Başka kimseyi ne yapacaksın?

— Sen şuradan birisini çağır hele!..

— Şimdi herkesin işi var, ne söyleyeceksen bana söyle!.

Bihruz Bey bu kısa adamla beyhude yere ağız dalaşı etmekten ise içeri girip köşke kadar gidivermek münasip olacağını düşündü ise de kısa adam, bir kolu kapının kanadına, diğeri diğer kanadına yapışmış olduğu hâlde gerilip durmakta ve Bihruz Beye korkunç korkunç bakmakta olduğu cihetle, "Şayet göğsümden kakılıveririm, korkusuyla harekete mübaderet edemediğinden [kalkışamadığından] söyleyeceği, anlayacağı şeyi yine ona söyleyip anlamaya razı oldu.

— Keşfi Beyi göreceğim.

— Keşfi Beyi ne yapacaksın?

— Göreceğim, lâzım.

— Keşfi Bey burada yoktur.

— Nerededir? Olduğu yeri söyle.

— O dün gitti, bu gece de gelmedi.

— Niçin gelmedi acaba? Sebebini bilmiyor musun?

— O dışarı gitti, İzmir'e gitti.

— Dün mü gitti?

— Gitti dedik a!..

— Bugün gidecek değil miydi?

— ...

Kısa adam Bihruz Beye uzunca baktıktan sonra üzerine kapıyı kapayıverdi.

Beyefendi pür-hiddet [öfkeyle] arabasına döndü. Arabacıya "Haydi dön!.. Doğru köşke!" emrini verdi. Araba da süratle yürümeye başladı.

"Hay eşek herif! Ne terbiyesiz herif imiş!.. Böyle adamlar uşak diye, hizmetkâr diye kullanılır mı?.. Tel metr tel vale! Zati Beyefendisi nedirki!..Hayyalancı hay,bugüngideceğini söyledi, düngitmiş. Belki daha gitmedi, orada idi. Hizmetkâr, o dağ ayısı beni savdı. Kim bilir? Belki öyle talimat almıştır. Lâkin ne cesaret! Benim gibi bir zata öyle muamele etsin. Çok şey!.. Bu kadar da hakaret yutulmaz a. Andon hınzırı sebeptir. Kira arabasıyla gelince böyle olur. Vapura da gitmeli mi? Ya orada bulamazsam. Dün nasıl gidebilirdi? Vapur yoktu. Bu olmaz şeydir dünyada. Ne yalancı zevzektir bu Keşfi. Çok şey. Herif âdeta beni kovdu. Öyle ya, kapıyı üzerime kapayıverdi. Artık buna sükût edilmez, bir tarziye olsun almalıyım. Kimden tarziye istemeli? Mutlak birisini çiğnedi, bu herifi hapse tıktılar. Ne kadar münasebetsizlik!.. On altı yaş ölmek için pek erkendir. Ah, malörü kö jö sül!.. Artık vapura gidemem. Yazık!.. Hay terbiyesiz dağ adamı! Bu ensült doğrusu unutulmaz!.. Arabacı, sür be herif! Şu Andon'un yaptığı işi de görüyor musun? Malör sür malör. Araba ne oldu acaba? Hayvanlar nerede kaldı? Vui, el ave an se biyenin pur murir! Ah, povr fly!"

Kadıköyü'nden Küçük Çamlıca'ya gelinceye kadar Bihruz Beyin zihnini meşgul eden işte bu tefekkürat idi. Araba bağın kapısı önünde durunca içeriden Mişel Ağa korkarak geldi. Arabanın kapısını açtı. Bihruz Bey inerken Mişel yavaşça, "Andon geldi" dedi. Beyefendi bir şey demeyerek yürüdü. Köşke girerken Andon elinde bir mektup ile beyin karşısına çıktı.

— Nedir o?

— Bir mektup ekselans!

— Kimden?

— Mösyö Kondoraki gönderdi.

— Mösyö Kondoraki! Ne münasebet?

Bihruz Bey mektubu derhal açtı. Süzerek merdivenden çıktı. Doğru salona girdi. Mösyö Kondoraki'nin mektubu şu ifadatı havî [ifadeleri içeriyor] idi:

"Ekselans! Bundan evvelki mektubumuza şifahen verdiğiniz cevap mucibince fabrikamda üç gün beyhude teşrifinize muntazır olduk. O cevabı ita ettiğiniz günden şimdiye kadar aradan bir yirmi gün mürur ettiği hâlde ne matlubumuz olan [istediğimiz] para tesviye olundu [ödendi], ne de adem-i tesviye [ödenmeyişi] hakkında bir sebep beyan edildi. Binaenaleyh bugün fabrikamıza li-eclit-tamir [tamir için] kendiliğinden gelen arabanızı hayvanlarıyla beraber tevkife maa-t-teessüf [tutmaya ne yazık ki] mecbur olduk. Bu muamelenin vukuunu [meydana geleceğini] ise evvelce zat-ı valânıza ihbar etmiş [yüce zatınıza haber vermiş] idik. Matlubumuzun istifasını [isteğimizin yerine getirilmesini] temin için böyle bir muameleye tasaddi [başvurmak] hususundaki mazeretimizin teslim buyurulacağını ümit ederiz. İmdi üç güne kadar deyniniz [borcunuz] olan yüz elli lirayı tediye buyurmanız mercudur [ödemeniz rica olunur]. Bu defa dahi ricamız kabul olunmadığı hâlde arabanın ve hayvanların füruhtuyla esmanından [satışıyla elde edilecek gelirden] matlubumuz olan para bi't-tevkif [alıkonulup] fazla bir şey kalırsa taraf-ı valânıza [yüce tarafınıza] gönderileceğinin ve arabayı fabrikamıza kadar getirmekte arabacınız Andon'un bir gûne su'-i niyeti [hiçbir kötü niyeti] bulunmadığının beyanı ihtiramat-ı mahsusamızın tekidine zeria ittihaz kılındı [hususî saygılarımızın yinelenmesine vesile sayıldı]."

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin