50. Bölüm

925 18 4
                                    

Bihruz Bey romanın alt taraflarını okudukça merakı artıyor, merakı arttıkça okumaya inhimaki [isteği] ziyadeleşiyordu. Hikâyenin kahramanı olan genç âşığın, maşukası [sevgilisi] Manon ile Amerika'da Nuvel Orlian'a vusullerinden [varmalarından] sonraki sergüzeştleri, âşık ve maşukanın umulmadık bir badireden daha kurtulmak için vahşilerin karargâhına doğru firar ederken kumluk bir sahanın oportasında yorgunluktan ve açlıktan bîtap düşen zavallı maşukanın vuku-ı vefatı [ölmesi] bîçare âşığın maşukasını defnettiği çukurun üzerinde mehcur ve bî-mecal [kırgın ve yorgun] olduğu hâlde bir gün bir gece yatıp kaldıktan sonra yakalanıp Nuvel Orlian'da hapis ve Manon'un naaşının da [ölüsünün de] şehre naklolunuşunu [taşınmasını], nihayetü'l-emr âşık-ı meyusun [sonunda üzüntülü âşığın] Fransa'ya avdeti [dönüşü] pek tabiî ve müessir [etkileyici] surette yazılmış olduğundan ve Bihruz Beyin yine def'aten [ansızın] canlanan hayalâtı o vukuat [olaylar] ve onların tevlit ettiği [doğurduğu] hassasiyet ile kendi ahval-i şahsiyesi [şahsî durumu] arasında bir nevi mevcut olan muvafakatı [uygunluğu] mutabakat [birbirinin aynı olmak] derecesinde göstermeye başladığından kitabı bitirmedikçe elinden bırakmamış, o cihetle sabahın dördüne kadar olduğu yerde uyanık kalmış, esna-yı mütalâada [okuma sırasında] kendi kendine sönünceye kadar yanan mumların isi odayı doldurmuş idi. Bey kitabı kapayıp bir hayli müddet müstağrak-ı tefekkürat olduktan [düşüncelere daldıktan] sonra yerinden fırladı. Bir pencere açtı. Odanın içindeki duman pencereden baca dumanı gibi çıkıyordu. Bey ayak üzerinde duramayacak kadar yorgun olduğundan odanın havasını süratle tecdid ederek [yenileyerek] hemen yatağına düşmek için kapıyı açtı. Dadı kalfa ise sofada bulunuyordu. Kapı açılınca hemen geldi odaya girdi. Beyin yatağı bozulmamış, odayı duman içinde görünce merak ilcasıyla [sebebiyle] beyinin yüzüne dikkatle baktı. Beyin birer siyah halka içine girmiş ve küçülüp çukura kaçmış fersiz gözleri, uykusuzluktan, heyecan-ı manevîden [manevî heyecandan] reng-i aslîsi [asıl rengi] kaçmış siması, dermansızlıktan tir tir titreyen dizleri hâlinde bir büyük perişanlık gösteriyordu. Dadı kalfa sevgili beyinin bu hâl-i bîtab ve perişanîsini [yorgun ve perişan hâlini] müteesirane temaşadan [üzüntüyle izledikten] sonra şu suretle söylenmeye başladı.

"Vah vah! Bu koca papaz ne zaman gelse benim beyimde böyle bir hâl görülüyor!.. Hınzır herif, böyle de ders okutulur mu? Zavallı beyciğim sabahlara kadar gözlerini kırpmamış. O pis kitap için mi böyle harap ettin kendini?.. Buna hanımefendi de razı değil, ben de razı değilim, Allah da razı değildir. Bari gir yatağına da biraz rahat et!.. Vah vah!.. Bugün oruç da tutulmaz. Biraz uyu da bakayım sana çorba ısmarlayım. Hadi sen yat, ben pencereyi filânı kaparım. Hay hain herif! Ne oluyorsun ayol bu kadar çok ders verecek? Sanki bir gecede hepsini okuyup öğrenecek."

Bihruz Bey, dadı kalfanın bu sözlerini dinlemeyerek kendisini yatağa fırlattı. Dadı kalfa ise pencereyi kapayıp sigara tablasını, şamdanı filânı kaldırmakla meşgul olduğu kadar hâlâ şu yolda mırıldanıp duruyordu:

"Vallahi, bu derecesi günahtır! Elâlemin evlâdını okutacaksan adam gibi okut. Bu kadar zora koyacak ne var? Hele gelsin de bir söyleyeceğimi bırakmayım, Frenkçe öğretecek de sanki ne olacak."

Dadı kalfa Mösyö Piyer'in tahammülünden ziyade ders verip nazlı beyini sıktığına zahip olduğu [inandığı] için bu kadarcık söyleniyordu. Aziz muallim efendinin şakirdine öyle muharrik-i hevesat, mürevvic-i müştehiyat [arzu ve istekleri tahrik eden] hikâyeler getirip okuttuğunu ve bunu da menfaat-i şahsiyesini [şahsî çıkarını] temin için yaptığını bilseydi acaba daha neler söylemeyecekti.

Bihruz Bey yatağına girdikten sonra uyumaya pek çok uğraştı ise de mümkün olamadı. Romandaki suzişli vukuatı [acıklı olayları] zihninden ve bunların kendi hâlince mucip olduğu tahassüratı [sebep olduğu acıları] gönlünden çıkaramıyordu. Uykuya dalacak olsa gözlerinin önüne derhal iki mezar geliyordu ki, birisi ıssız bir çölün ortasında kabarmış bir topraktan ibaret iken üzerine genç bir insan kapanmış ağlıyordu. Diğeri iki sıra servilikle gidilir bir kabristanın bir kenarında sandukalı, sütunlu, yaldızlar içinde mükellef bir mezar olduğu hâlde bunun yanından bir kuş bile geçmiyordu. Bihruz Bey âlem-i hayalinde [hayal dünyasında] gördüğü bu yaldızlı mezarın kime mensup [ait] olduğunu da bildiği için kendi kendine levm ve itab etmekten halî [beddua edip azarlamaktan geri] kalmıyordu.

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin