8. Bölüm

972 25 2
                                    

  Sarışın hanım, kısadan uzunca, uzundan kısaca, tamam orta boylu, zarif yapılı, yürürken def'aten [aniden] durur, dururken birdenbire hareket eder, döner döner arkasına bakar, hani şu:

 Ahû zi tu amuht behengâm-ı devîden 

Rem gerden ü üstaden ü vapes nigerîden

  kavl-i meşhurunda [meşhur sözünde] tarif olunan eda-yı dil-firibe malik [alımlı edaya sahip] bir nazenin idi. Saçları şimdiki boyaların verdiği kızıl renkte değil, gayet açık tabiî sarı, gözleri ise nakkaş-ı tabiatın[tabiat ressamının (Allah'ın)] bir sehv-i savab-nüma-yı lâtifi[güzel bir hatası] olmak üzere mavi değil de tahrirli koyu sarı, kaşları kumral, siması vücudunun narinliğine nispeten dolgunca, burnu ise çehrenin dolgunluğuna nispeten incerek, "çekme" tabir olunan biçimde, ağzı şairlerin tasavvur ettikleri nokta-i mevhume [görünmeyecek kadar küçük nokta] derecesinden beş on bin defa büyük, fakat yine alelade küçük idi. 

 Şu evsafı [nitelikleri] ile epeyce güzel denilen sarışın hanımın en büyük, en müessir [etkili] güzelliği bakışıyla, dudaklarında idi. O bakışta bilmem ne hiddet vardı ki dikilip durduğu vakit taallûk ettiği[yöneldiği] gözlerden bir barika-i seyyale [akıcı bir şimşek] gibi nüfuz ederek [saplanarak] ta can-gâha vasıl olur [ruha ulaşır] ve sûz u tâb-ı harikuladesi [olağanüstü güç ve ateşi] karşısında yürekleri tir tir titretirdi.O dudaklarda bilmem ne kuvvet vardı ki, nazikâne tekellüm [söz]veya zarifane tebessüm ile hareket etmeye başladığı zaman enzar-ı hasrete[hasretli bakışlara] türlü türlü manalar arz eder ve bu manalar havsala-sûz-ı aram u tahammül olurdu [dayanma gücünü yakardı].

  Nazenin ne kadar da güzel giyinmiş idi: O zamanın modasına pek de muvafık [uygun] olmayarak biraz darca kesilmiş süt mavisi rengindeki atlas feracesi endamındaki tenasübü [uyumu] gizlemekten âciz olduğu hâlde araba içinde saatlerce üzerine oturulmaktan dolayı birçok kırımlar, bükümler peyda etmiş olması cihetiyle [sebebiyle] güneşe karşı gelince bir musavvir-i mahir [usta bir ressam] için örnek ittihazına[sayılmaya] lâyık surette gayet lâtif, gayet dil-pezir [gönül alıcı] ışıklar,gölgeler içinde nazar-rüba bir manzara-i temevvüc-nüma[dalgalanma manzarası] arz etmekte idi. En ince nev'inden yaşmağı tozpembemsi rengindeki yanakları üzerinde yeni açmış bir güle pirayebahş olan [süs veren] buhar-ı lâtif [güzel buhar] hükmünü verir ve yaşmağın iki yanından haylazcasına dışarıya sarkmış olan ve ednatahrik-i nesim [en hafif bir esinti] ile hemen oynamaya başlayan sırma teller ise beyaz bir bulut parçasına in'itaf eden [yansıyan] eşia-i afitabı[güneş ışıklarını] andırırdı. Başındaki hotoz da havaî mavi idi. (Teşbihatımızın iptizale [benzetmemizin bayağılığa] düşmeyeceğinden emin olsak bunu da o sarı saçlarla beraber güneşli bir gökyüzüne benzetirdik.)Eflatunun açığı eldivenler içinde mahfuz ellerin ve tahminen otuzdört numarada iskarpin içinde ipek çorapla mestur ayakların derece-itenasüp ve nezaketleri [uyum ve inceliklerinin derecesi] bilinemezse denazar-ı iştiyakta [arzulu bakışlarda] bunlar da pek sevimli, pek nazik idi. 

 Sarışın hanımın şemsiyesine gelince; öyle dantelli, saçaklı nev'inden parlak renkli değil de tabiatındaki –hani ya şu Bihruz Beyi iptida-yınazarda "Kel gu ekselans!"[42] sözüyle kendisine sitayiş-han eden– zarafetinen büyük nişanı olmak üzere sade, güzel ve yalnız sapına feracesinin renginde bir kurdele merbut [bağlı] siyah ağır atlastan idi.(Erbab-ı mütalâa [okuyucular] isterler ise bu şemsiyeyi de o güneşli gökyüzünün bir tarafında bir kara buluta benzetebilir. Şu kadar ki o zaman teşbihin arz edeceği hayal makûs zuhur eder [tersine çıkar].Çünkü bulut göğün içinde olmak lâzım gelirken gökyüzü bulutun içine girmiş olur).

  Sarışın hanımın yaşından bahsetmedik, çünkü bilmiyoruz. Dişlerini vasfetmedik, çünkü göremedik. Fakat tahminimizce nazenin olsa olsa yirmi yaşını henüz bitirmiş olmalı. Dişler de elbette iki dizi incidir. Buna refakat [eşlik] eden hanıma gelince bu ötekinden uzun boylu,ötekinden enli, ötekinden yaşlı, hem de çok yaşlı, mavi gözlü, esmer yüzlü, fakat canlı canlı yürüyüşüne nazaran pek dinç, lâkırdıyı çok etmesine, lâtifeyi [şakayı] çok sevmesine, muttasıl [sürekli] gülmesine nazaran [bakılırsa] pek neşeli, yanlarından gelen geçenlere hemen hemen bir şey söyleyecek gibi dikkatli dikkatli bakmasına nazaran serbestçe alışmış, sanki Kalpakçılarbaşı'ndaki dükkânlardan çokça alışveriş etmiş olmasını hatıra getirir bir hanım idi. 

 Siyaha mail [yakın] koyu yeşil canfesten feracesine söz yoksa da bunun arka eteğini daima sağ eliyle tutup kaldırmasında pek de zarafet[incelik] yok idi. Karamandola'dan potinleri eski değilse de yürürken feracenin etekleri ziyade kalktığından o potinlerin üst tarafından beyaz tire çorapların görünüşü pek güzel gelmiyordu. Sol elindeki beyaz şemsiye ipekli gibi parlıyorsa da büküm yerlerinin bir parçacık sararmış olması o kadar hoş görünmüyordu. Kalınca yaşmağı o yaşta bir hanım için pek münasip ise de bu yaşmağın ara sıra çenesinden aşağıya doğru düşmesi hiç de sevilir şey değil idi. Mamafih bu iki hanımın yekdiğerine refakati [birbirine eşlik etmesi] ifrat ve tefriti hüsn-i tadil ederek[aşırılıkları törpüleyerek] bir güzel manzara husule getiriyordu. Sarışın hanım meselâ bir sarı gül, diğeri ise o güle bend olmuş bir mazı dalı idi. Yahut sarışın hanım çiçek açmış bir nazik fidan, yanındaki ise o fidanın gayr-ı muntazam [düzgün olmayan] bir gölgesi idi. Veyahut sarışın hanım parlak bir güneş, öbürü ise o güneşin yanından ayrılmaz,o güneşi daha şaşaadar [parlak] göstermekle beraber kendisi de hoş görünür bir kara bulut idi.


Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin