33. Bölüm

232 11 0
                                    

Bihruz Bey bu mektubunu takdim edebilmek için tamam iki ay dolaştı. Bu müddet içinde beyin haftada iki üç defa uğramadığı mesire [gezinti yeri] bulunmazdı. Bir günde dört beş mesirede birden ispat-ı vücut edebilmek [bulunabilmek] için yağız ve kır beygirleri –cuma ve pazar günleri mutlaka kırlar rast gelmek üzere– münavebeye [nöbete] koştuğu gibi günleri de şöyle tertip etmiş idi: Cuma ve pazar saat yedide köşkten çıkılarak Fenerbahçesi, Haydarpaşa, Duvardibi mevkilerinin her birinde yarımşar saat bulunulduktan sonra saat dokuz buçukta Bahçe-i Umumî'ye [Halk Bahçesine] gelinip akşama kadar orada eğlenilecek. Cumartesi ve salı yine o saatte köşkten çıkılarak doğruca Göksu'ya bi'l-azime [gidilerek] yarım saat eğlenildikten sonra Küçüksu'ya gelinip dokuza kadar orada beklenilecek ve avdette [dönüşte] Havuzbaşı'na dahi uğranılıp akşam üzeri Bahçe-i Umumî'ye yetişilecek. Pazartesi ve perşembe günleri yine mutat olan [her zamanki] saatte köşkten çıkılıp Çamlıca'ya ve badehu [ardından] Bahçe-i Umumî'ye azimet [gidilip] ve saat dokuza kadar orada aram edilecek [dinlenilecek] ve akşam üzeri Duvardibi'ne ve oradan Haydarpaşa'ya ve ezana karib [yakın] bir zamanda Fenerbahçesi'ne gidilecek.

Bihruz Beyin haftanın her gününde saî [görevli] gibi böyle mesire-be-mesire [gezinti yerinden gezinti yerine] dolaşmaktan meramı [amacı], görmeyi şiddetle arzu ettiği sarışın hanıma tesadüf etmek ve bu tesadüften maksadı ise hazırladığı mazeretnameyi [özür mektubunu] takdim eylemek idi. Hayfa ki, "siyeh-çerde" hiçbir yerde görülemiyor ve o görülemedikçe beyin onu görmek arzusu şiddetini artırıyordu.

Zavallı mektuba gelince, haftalarca cepte taşınmaktan zarfı yıprandıkça tecdit olunarak [yenilenerek] her gün sabahtan akşamlara kadar beyin jaketinin yan cebinde mahpus ve meyus [ümitsiz] kalıyordu.

İyi ya!.. Sarışın hanım Bihruz Beye gücenmekle âleme de küsmek lâzım gelmez ya!.. Bahçe seyrinden nefret etmekle sair mesirelerden de rağbetini kesmek icap etmez ya! Demek ki, hiçbir yere çıkmamasına başka bir sebep var. Bu sebep nedir acaba? Hasta mıdır, yoksa ezkaza teehhül mü etti [evlendi mi] veyahut başka bir diyara mı gitti?

Bihruz Bey merakından beş dakika rahat olamıyordu. Bu iki ayın ilk haftalarında beyefendi kırlarda hem araba sürer, hem de "nüzhetgâh-ı hayalî"ye tenhaca dalarak elmas arabanın gümüş tekerleği önünde kendisini yerlere atıp ağlar sızlar, Periveş Hanımdan aflar diler idi. Birinci ay yeis [ümitsizlik] ile geçip ikinci ayın ilk haftası içinde dahi "siyeh-çerde"ye tesadüf olunamayınca "nüzhetgâh-ı hayalî" giriftar-ı dest-bürd-i hazan [sonbaharın kuvvetli eline düşmüş] ve bir iki gün zarfında bir mugaylan-zar-ı vahşetten nişan olmakla, zib-i çemenistan-ı letafeti bulunan [vahşi bir dikenliğe benzemekle, güzel çimenliği süsleyen] nenfler perişan, yeşil havuzlarda şinaverlik eden [yüzen] kuğuların, perilerin de her biri bir tarafa girizan [kaçıp] ve gözden nihan oldular [kayboldular]. Binaenaleyh miyan ve kenar-ı hıyabanında nazan nazan gerdan olan [ağaçlı yolun ortasında ve kenarında nazlı nazlı gezen] elmas arabanın da oraya rağbeti birdenbire kesiliverdi.

Bu esnada bir sabah Bihruz Bey kabine dö travayında esfar-ı yevmiyesinin cetvelini tadil ile [günlük gezintilerinin listesini düzenlemekle] uğraşıyordu. Mişel Ağa bade'l-istizan [izin isteyip] odaya girerek gümüş tepsi içinde beyefendiye bir mektup arz etti. Mektubun zarfı tirşe [açık yeşil] renginde idi. Bey zarfı görünce yüreği hop etti. Sandı ki, bu mektup "siyeh-çerde"den hayırlı haberler getirici bir berid-i sebz-camedir [yeşil elbiseli habercidir].

— Ne imiş o?

— Bir mektup ekselans!

— Kimden?

— Mösyö Kondoraki'den ekselans!

— Hay Allah belâsını versin! Bırak şuraya.

— Cevabını ister. İster ki, cenabını [sizi] görsün...

Zavallı Beyin kendi derd-i aram-rübası [rahat bırakmayan derdi] kendine yetişiyordu. Başına bir de Mösyö Kondoraki çıktı. Bey çaresiz elindeki itinereri bir tarafa bıraktı. Mektubu açtı, okumaya başladı.

Mektup hem Fransızca, hem de fena bir yazı ile yazılmış idi. Bey mektubu beş altı defa baştan ayağa süzerek uğraşa uğraşa şu meali istihraca muvaffak olabildi [şu anlamı çıkarmayı başarabildi]:

"Paraya şiddet-i ihtiyacımız [şiddetle ihtiyacımız] olduğundan borcunuzdan birinci taksitin bize bir müsaade olmak üzere tesviyesini [ödenmesini] bundan bir buçuk ay evvel rica etmiş idik. Ricamızı nezaketinize yakışmayacak bir surette reddettiniz. O ihtiyacımız hâlâ bakîdir. Şimdi ise taksit zamanı hulûl ettiğinden meblağ-ı muayyenin [geldiğinden belirli miktarın] hemen bugün tesviyesi [ödenmesi] rica olunur. Şayet bu para bu gün verilmeyecek olursa üç gün sonra icrasına mecbur olacağımız muameleden dolayı mesuliyet size raci'dir [sorumluluk size aittir]. Zira adam gönderip arabayı da, hayvanları da sökestre ettirmeye karar vermişizdir."

Bu meal Bihruz Beyin başını döndürmeye başladı. Düşündükçe beyi hiddet bürüyordu.

"Ne halt eder bu teres? Arabayı, hayvanları zaptedecekmiş. Ne hakkı var? Bu nasıl muamele? Üç gün sonra adamlar gelecek. Nasıl adamlar acaba? Belâya bak ki, bende de para yok. Keşke evvelki müracaatında biraz para vermiş olaydım. Ben o zaman bugünü düşünemedim. Ah valide, ah! Gideyim yalvarayım, ama ne yüzle? Kadıncağızın on beş gündür semtine bile uğradığım yok. Yarın öbür gün Alber Gün de hesap gönderecek. Hayır! Öyle şey olamaz. Ben o pis arabayı, hayvanları o kadar fahiş fiyatla niçin aldım? İki üç hafta daha beklerse ne olur? Amma insafsız teres imiş ha!.. Ne haddine. Bir şey yapamaz. Ben adama araba, hayvan mı veririm? Gelsin de alsın bakayım. Lâkin ne rezalet! Hay alçak herif hay! Çare yok gidip görmeli, para bulacağımı söylemeli de beş on gün daha avutmalı. Tellalı [Komisyoncuyu] da buldurmalı. Ah, şu konağın hiç lüzumu yok, beyhude harab olup gidiyor. Tellalın dediği gibi bir gün yanıverse ne olacak? Valide benim malıma ne karışıyor? Mutlak satmalı, kurtulmalı. Ondan sonra da masrafımı yoluna koymalıyım. Anlıyorum ki, böyle sökmeyecek, borçları vermeli, en evvelki iş o.

—Mişel!

— Mösyö?

— Mektubu getiren herife söyle birkaç güne kadar gidip Mösyö Kondoraki'yi göreceğim.

— Başüstüne ekselans!.

Bihruz Bey bu cevap ile Mösyö Kondoraki'nin adamını savdırdıktan sonra, tekrar cetvel-i esfarı derdest etti [gezinti listesini eline aldı]. Bir yarım saat uğraştı, matlup olan tadilâtı bade'l-icra taama [istediği düzenlemeleri yaptıktan sonra yemeğe] rağbet gösterdi. Fakat iştihasını lüzumu kadar bulamadı. Kahve fincanına el bile sürmedi. Sigarasını yaktı. İki nefes çekmeden onu da bıraktı. Yine arabasına bindiği gibi çıktı gitti.

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin