9. Bölüm

859 27 3
                                    

  İki hanım ağır ağır gittiler, mahut lâkın yanında durdular. Oraya beş altı kadar çiçek, birkaç da arı toplanmış, havuzu temaşa ediyordu. Bihruz Bey de berikilerin arkaları sıra gitti, dört beş adım kadar uzakta, lâkın kenarında bastonuna dayandı durdu. 

 Havuz bu makule rakit [bunun gibi durgun] sularca alâmet-i kıdem ve herem [eskilik, beklemişlik alâmeti] olan ve bazı vakit berraklıktan daha ziyade hoşa giden yeşil rengi henüz kesp edememiş[kazanamamış] ise de epeyce bulanmış, sararmış olduğundan safhası[yüzeyi] kenar ve civarındaki eşcar ve nebatat [ağaçlar ve bitkiler] ile temaşasına gelenlerin şekil ve heyet ve endam ve suretlerine aynalık edebiliyordu. İçerisindeki kırmızı, beyaz, siyah renkte balıklar güneşten hisse-i hayatlarını [paylarını] almak için ta suyun yüzüne kadar çıkmış ve âlem-i ab [su âlemi] içinde sakinane ve mestanetemaşa-yı devrana [etrafı seyretmeye] dalmış idi. Havuzun in'itaf-ıziya-yı afitab [güneş ışıklarının yansıması] ile parıl parıl parlayan sathı–içindeki bu balıklarla beraber– bed renkte [çirkin renkli] çiçekli bir kumaş-ı harir [ipek kumaş] gibi görünürdü.

  Sarışın hanımla refakatindeki hanım, lâkın kenarına gidip de yüzünde kendi akislerini müşahede edince sarışın hanımın söze iptidarıyla[başlamasıyla] aralarında şöyle bir muhavere cereyan etmeye başladı:

  — Bak bak Çengi Hanım yer aynası!.. Görüyor musun kendini?.. 

— Yer aynası mı?.. O da nedir? Yer elması bilirim, ama yer aynası hiç işitmedimdi. 

— Yaşmağını biraz sıyırır da bakarsan yer aynasının içinde iki tane yer elması da görürsün.

  — Nesine bakayım. Bulanık bir su. O kırmızı şeyler de zahir Amasya elması olacak. 

— Ay Amasya'da elmas çıkar mıymış?.. Ben de bunu işitmedimdi. 

— Elma, ayol elma!.. Elmas değil. Elmasın, pırlantanın İngiltere'de çıktığını bilmeyecek ne var? Sen de eğlence bulamadın da besbelli benimle eğleniyorsun.

  Hanımların bu muhaveresini [konuşmasını] kemal-i dikkat ve ehemmiyetle[büyük bir önem ve dikkatle] işitmek için olduğu yerde –alafranga bir tabir ile– serapa gûş [baştan ayağa kulak] kesilen Bihruz Bey "yer aynası" teşbihi [benzetmesi] ve hususiyle [özellikle] "yer aynası içinde yer elması görüneceği" telmihi [imalı söyleyişi] münasebetleriyle kendi kendine "Kel espri!.. Kel fines!.." diyerek sarışın hanımın zarafetine [inceliğine] hayran olup dururken en sonra İngiltere lâfzını [sözünü] işittiği gibi bunu mücerret kendisine ait olmak üzere fırlatılmış –pırlanta kadar kıymetli– bir ufak taş olmak üzere telâkki etmek[kabul etmek] istedi. Bunda da esasen hakkı vardı. Çünkü o mecmada [toplulukta] kendisinden başka İngiltere'den henüz gelmiş bir mösyö gibi alafranga giyinmiş kimse yoktu. Böyle bir iltifat-ıcihan-kıymete nailiyetten [dünya kadar değerli iltifata erişmekten]dolayı kendisini en birinci bahtiyarlardan addetmeye [saymaya]kalkışan Bihruz Bey bu taşın, yani bu hediye-i zarafetin [zarif hediyenin]altında kalmayacak surette bir güzel mukabele [karşılık] hazırlamaya başladı. 

  Bu sırada orada bulunan seyirciler de çekiliyorlardı. Beyefendi bumüsaade-i hüsn-i tesadüften istifade ile [güzel tesadüfün verdiği izinden yararlanarak] derhal hanımlara takarrüp etti [yaklaştı]. Ceketinin bir iliğine sokulmuş olan beyaz jeranium'u[45], yani kaba Türkçesi"sardalya" çiçeğini yerinden çıkardı ve "Kıymeti İngiltere'yi, Fransa'yı ve belki bütün Avrupa'yı satın alabilecek olan pırlantanıza böyle bir fane çiçekle mukabele etmek caiz değil ise de kabulüne tenezzül buyurmanızı ricaya cesaret etmekle kendimi bahtiyar sayarım. Öyle bir iltifatınız admiratörünüzü ne derecelere kadar örö ettiğini tarif edemem" diyerek çiçeği sarışın hanıma doğru uzattı. Sarışın hanım bu lâkırdıyı hiç üzerine almayarak güya kendi temaşasıyla meşgul oluyordu. Nihayet refakatindeki [yanındaki] hanımın ihtar ve icbariyle[uyarı ve zorlamasıyla] Bihruz Beye doğru döndü, "Teşekkür ederim"dedi, çiçeği aldı, bir toplu iğne ile göğsünün bir tarafına iliştirdi. Müteakiben [Ardından] yanındaki hanıma: "Acaba köşke girmeye izin var mıdır?" diyecek oldu. Öteden Bihruz Bey hemen söze karışarak"Bahçenin her tarafını gezmeye herkesin druası vardır. Zaten böyle rüstik yerlere sizin gibi huriler, periler yakışır" dedi. Bunun üzerine sarışın hanım gülerek refikasına [arkadaşına] doğru eğildi, gizlice bir şey söyledi. Söylediği: "A bu benim adımı nereden öğrenmiş?"sözünden ibaret idi.

  Bihruz Bey derece derece sarışın hanıma takarrüp etmek[yaklaşmak], onunla bilişmek, tanışmak, konuşmak istiyor, halbuki birinci tesadüfte o kadar yakından kendisini Bihruz Beye göstermek(artık bari ismiyle yad edelim) Periveş Hanımın hesabına uymuyordu. Binaenaleyh iki hanım köşkü gezmekten sarf-ı nazarla [vazgeçerek]aşağı doğru yürüdüler. Beş on adım sonra kalabalığın içine girdiler. Bihruz Bey de gölge gibi bunları takibe başladı.   

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin