Yalancı Keşfi Bey "siyeh-çerde"nin vefatı haber-i siyahını [kara haberini] vermekle refik-i azizi [değerli arkadaşı] Bihruz Beyi kulağından zehirleyip beyninden vuracağını bilmiş olsaydı o belli başlı yalanı, o sırma saçlı, elâ gözlü, güneş yüzlü nazenin düruğ-ı pür-füruğ-ı dil-firibi [gönül aldatan nazlı parlak yalanı] sarartıp soldurduktan sonra telleyip pullayıp da ortaya salıverir miydi? Ne çare ki refik-i azizinin sarışın hanımı gördüğü saatten beri saçlarının sırma tellerine gönül iliştirip de geceli gündüzlü hayalini takip, visalini [kavuşmayı] temenni ile bî-karar ve perişan hâl [dengesini yitirmiş ve perişan durumda] olduğunu bilmiyordu. Hatta yine ihtiyata riayeten [çekindiğinden] idi ki, esna-yı muhaverede [konuşma sırasında] Bihruz Beyin sarışın hanımla ilişiği olup olmadığını kendisinden sormuş ve beyin ketm-i hakikat eylemesinden [gerçeği saklamasından] dolayı o musibet tellâllığında bulunmaya cesaret etmiş idi.
Mamafih asıl kabahat yine Bihruz Beyin kendisinde idi: Keşfi'nin, o koca mantörün yalan söylemeksizin bir dakika bile duramayacağını, binaenaleyh hiçbir lâkırdısını gerçeğe dinlemek caiz olamayacağını kezzaplıktaki şöhret-i marufesine binaen [yalancılıktaki bilinen şöhretine dayanarak] pek iyi bilmesi lâzım gelirken kendisine bilâteemmül [hiç düşünmeksizin] aldanmanın ve muhakeme-i akliyesini [aklî dengesini] kaybedip hareketini şaşıracak derecelerde teessürat-ı seria-i şedideye terk-i nefs etmenin [şiddetli ve sürekli bir üzüntüye kendisini terk etmenin] manası var mıydı?
Evet! Keşfi Bey, –ki mütekaidin-i ricalden Şam defterdar-ı esbakı [emekli devlet adamlarından eski Şam defterdarı] Sehabî Efendinin hatime-i evlâdı [çocuklarının sonuncusu] olan oğludur– rüfekası, ehibbası beyninde kezzaplıkla [arkadaşları, dostları arasında yalancılıkla] nam almış bir çelebidir. Bu nam ise kendisine min gayri istihkak [hak etmeksizin] değil, bi-hakkın [hak ettiği için] verilmiştir. Zira Keşfi Bey yalanı hem çok söyler, hem de söylediği uydurduğu yalanlara güzel şah ve berkler [dal ve yapraklar] verir maharet-perveran-ı düruğ-perdazandandır [usta yalancılardandır]. Zekâsı halim [orta halli], mizacı ifrata meyilden mücanib olmak [aşırıya eğilimden kaçınmak] cihetiyle dünyada hiçbir fiil ve emelini [davranış ve arzusunu] merak derecesine vardırmamış olan bu beyin yalan söylemeye bu mertebede iptilâsı [düşkünlüğü] ise tufuliyet ve sabavetinin bir yadigâr-ı hazinidir [bebeklik ve çocukluğunun hazin bir yadigârıdır].
Keşfi Bey üç beş yaşlarında bir tıfl-ı heveskâr [meraklı çocuk] iken izhara [göstermeye] başladığı masumane arzuları terviç olunmaz veya olunamaz [yerine getirilmez veya getirilemez] olduğu zamanlar çocuğun mahrumiyet vaveylâlarını bertaraf etmek için veli ve veliyeleri tarafından mürebbiyane tevbihe bedel [eğitici şekilde azarlamak yerine] yalan söylemek ciheti ihtiyar olunur [tercih olunur] ve çocuk bilâhere muğfel olduğunu [kandırıldığını] anlayıp da bundan dolayı bazı evza'-ı garibe-i tıflane izharıyla [çocukça tuhaf davranışlar göstererek] şikâyetlere kalkışınca ya bir kahkaha-yı hayret-ara [şaşırtıcı kahkaha] veya daha büyük bir kizb-i heves-rüba [heves alıcı yalan]ile mukabele edilirdi.
Çocuk büyüdükçe zekâsı da büyüdüğü, zekâsı arttıkça hevesatı da [istekleri de] yavaş yavaş bir tavr-ı ciddi [ciddi bir tavır] aldığı hâlde valideyni [anne ve babası] ve bunlardan örnek alan sairleri tarafından çocuğun iğfal ile [kandırılarak] idaresi meslek-i muzırrı [zararlı yolu] terk olunmadığından bîçare sabi [zavallı çocuk] her gün nev' nev' [çeşit çeşit], renk renk, musanna gayr-ı musanna [ustalıklı ustalıksız], kaba ince, münasebetli münasebetsiz yalanlar işite işite kendisi de zihn-i mahdudunun [sınırlı zihninin] müsaadesi derecesinde ve şaka tarzında ufak tefek yalanlar tertibiyle etrafında bulunanları aldatmaktan zevk almaya başlamış ve bu su'-i itiyat [kötü alışkanlık] gitgide ahlâkında kökleşerek zekâsıyla mütenasiben [uyumlu olarak] büyüye büyüye temayülât-ı sairesine [diğer eğilimlerine] galebe etmiştir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Araba Sevdası
ClassicsAraba Sevdası her ne kadar yazarı Recâizâde Mahmut Ekrem tarafından "eğlenmek için" yazıldığı söylense de Tanzimat devrinde yetişen alafranga tiplerle alay etmek için yazılmıştır. İlk olarak 1895 yılında resimli olarak Servet-i Fünun dergisinde tefr...