25. Bölüm

372 11 0
                                    

Bihruz Bey ertesi sabah saat ikiye doğru gözlerini tatlı uykudan açtığı zaman, odanın içerisini ziya [aydınlık] içinde görünce bir heyecan-ı fevkalâde-i sürur ile [aşırı bir sevinç ve heyecanla] yatağından fırladı, pencerelerin perdelerini kaldırdı. Bir pencere açtı, dışarıya doğru baktı. Nazarına maruz olan manzara-i letafet [Gördüğü güzel manzara] geceki hâlin zıdd-ı tammı [tam tersi] idi. Geceleyin tehevvürler [öfkeler], şiddetler içinde ağlayıp feryad eden dilber-i nazenin-i tabiat [tabiatın nazlı dilberi], etrafında henüz kurumamış olan gözyaşlarından dolayı mahcubiyetini ketm edemediği [utangaçlığını gizleyemediği] hâlde lâtif lâtif tebessüm ediyordu. Birkaç saat evvel afakı kâmilen ihata eden [ufukları bütünüyle kaplayan] kara bulutlardan çehre-i handan-ı semada [gökyüzünün gülümseyen çehresinde] bir leke bile yoktu. Ağaçlar, çimenler, dağlar, taşlar yıkanmış, toprakların tozları basılıp yerler Çamlıca ve civarı kırlarına mahsus sarılığı almış idi. Gusun ve evrak-ı eşcar [Ağaçların dalları ve yaprakları] üzerinde yığın yığın duran elmas-pareler nesim-i aheste-hububun edna tehziziyle [elmas parçaları hafif esen rüzgârın en küçük titretişiyle] yerlere dökülür, tabiatı nurlar [aydınlıklar], sürurlar [sevinçler] içinde görmekle bu kudret-i cemile-i Rabb-ı kainatı takdisen şaikane ser-ağaz-ı nagamat-ı tehlil etmekte rübude-sâmân olan tuyur-ı mübareke [kâinatın sahibinin (Allah'ın) kudretini kutsamak için neşeyle Tanrı'nın birliğini seslendiren mübarek kuşlar] kendilerine aram-gâh-ı safa ittihaz ettikleri eşcar-ı hazaret-disarın [dinlenme yeri olarak seçtikleri ağaçların] birinden diğerine uçar, agsan-ı elmas-nisarın [elmas saçan dalların] birinden diğerine konardı. Dağların yeşil renkleri –üzerindeki asitar-ı gubarın [toz örtüsünün] sıyrılmasıyla– bazen daha ziyade koyulaşmış, bazen daha ziyade açıklığa dönmüş, yani reng-i dil-pezir-i tabiîlerini [gönül açıcı doğal renklerini] bulmuş idi!

Bihruz Bey bu asar-ı ibtihac-ı tabiatı [tabiatın gülümseyen eserlerini] yarım saat temaşa etti [seyretti]. Güneşe baktıkça öpeceği geliyordu. Çünkü kaç günlerdir hasret-keşi bulunduğu mah-ı didar-ı dil-aramını [özlemini çektiği gönül alıcı sevgilinin yüzünü] bu güneşin sayesinde görebileceğini takdir ediyordu.

"Ne kadar güzel! Ne kadar parlak, güzel natür! Bugün o da aynı benim sevgilim gibi blond!.. Demek ki yarın kendisini göreceğim. Evet, yarın mutlak gelir. Arizamı [mektubumu] takdim ederim. O da elbet hüsn-i kabul eder [güzelce kabul eder], eğer bizim zevzek yine bir entrig yapmazsa. Bakalım talih ne gösterir."

Bihruz Bey o sevinç ile bermutat [her zamanki gibi] hazırlandı, "tuvalet"ini yaptı, kahvaltısını yedi. Dadı kalfa ile beşuşane mülâtefelerden [güler yüzle şakalaştıktan] sonra selâmlığa çıktı. Odasına girdi, "yazıhane"sinin [yazı masasının] gözünü açtı, o gözün içinde mahfuz bulunan muhabbetname-i mahudu [bildiğimiz aşk mektubunu] eline aldı! İçindeki komplimanları, santimanları bir daha görmek istedi ise de mektup kapanmış, mühürlenmiş idi. Açmaya kıyamadı, tekrar göze bıraktı. Lel lele lel lel, lel lele lel lel, lel lele lel lel, lel lel la!..

"Mösyö Piyer ne iyi adamdır!.. Bugün şu lâtif hediye ile beni memnun etmek için dün mahsus darılttı diyeceğim geliyor. Bakalım daha neler var? Bakalım bizim brav şövalye dö Foblas daha neler diyor?.."

Profesör Piyer'in hediye ettiği kitab-ı musavver [resimli kitap] Bihruz Beyin pek kıymetlisi olduğundan parkta bulunmadığı zamanlar bunu mütalâa ile tenvir-i hayal ederdi [bunu okuyarak hayalini aydınlatırdı]. Yine kitabı der-dest ile [eline alarak] evvelâ resimlerini –belki ellinci defa olarak– temaşa ile [seyrederek] ötesinden berisinden okumaya başladı.

Bey bu lezzetli mütalâaya [okumaya] gereği gibi dalmış idi. Odanın kapısı yavaşçacık vuruldu: Tık, tık!

— Antre!..

Araba SevdasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin