17 ❦ bir cenaze töreni var, kırmızı giyeceğim

1K 128 34
                                    



#taehyung - 4 o'clock ft. rm

#phelipe ce mi-ai facut.

#phelipe ce mi-ai facut

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.






Ben her zaman insanların kendilerine has kokuları olduğunu düşünmüşümdür. Bu kokular sıkça kullanılan özel bir parfümün kokusundan çok, insanın kendi kokusudur.

Kokuları insanların ruhunu yansıtırdı.

Birisi toprak gibi kokar mesela; toprak kadar siyah ve toprak kadar rengarenk. Bilirsiniz, toprak koyu olsa da üzerinde bir sürü renkli çiçek güneşe gözlerini açar. Toprak gibi kokan insanlar da böyledir. En güzel çiçekler karanlık kalpler de açtığı gibi, en renkli çiçekler de koyu topraklarda büyürdü.

Bir diğeri limon gibi kokardı; ismini duyduğunuzda kalbiniz buruşurdu ama damağınıza tadı bir kez yayıldı mı, daha fazla isterdiniz ve kan şekerinizi salana kadar vazgeçmezdiniz ondan. Sizi severek öldürürdü bazı ekşi kokulu insanlar.

Kahve kokulu ruhlar, geceleri en çok düşünenlerdi. Belki de en çok uyumak isterken bunu yapamayanlar ve düşüncelerinin altında ezilenlerdi. Şeker kokulu olanlar sizi kendine öyle bir çekerdi ki, sizi diyabet yapacak kadar ona yaklaştığınızı fark etmezdiniz bile.

Bazı kokulu insanlarda vardı ki, bir kokusu olmazdı. Yanından geçtiğimizde ciğerlerimize bir koku saplanırdı fakat bu kokunun bir tanımını yapamazdık. İşte o insanlara ulaşamazdık. Aramızda elimizi uzatsak dokunacak kadar az bir mesafe olsa da çıplak elle tutamazdık ruhlarını, koklayamazdık kokularını. Varlığını yitirmiş, yok olamayan bir molekül gibi havada dönüp dururdu kokuları, ama içimize çekemezdik.

Dediğim gibi, her insanın kendi kokusu olurdu. Fakat o kadar parfüm sıkıyorlardı ki, kendi kokularını zamanla kaybediyorlardı.

"O kadının ümüğünü sıkıp çıkartarak kendisine yedirmek istiyorum. Bizi nasıl içeri almaz? Her hafta buraya gelmemize rağmen nasıl bizi kesinlikle içeri almama emri verir?" Kristina ellerini sinirle saçlarından geçirip derin nefesler aldı. "Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz."

Kristina'yla, Yağız ve diğer engelli çocukların yatılı kaldığı okulun önüne gelmiştik. Gül'le olan son hararetli konuşmamızdan sonra bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim. Bekçilere kesinlikle bizi içeri almamalarını söylemişti.

Bu yüzden birisinin öğrenmesinden deli gibi korkuyordum işte. Çünkü insanlar hatalarını öğrendiklerinde sana sanki dünyadaki tek günahkar senmişsin gibi davranırlardı. Hatanın ne olduğunu önemli değildi. Hata yapmışsan hatalıydın ve sebeplerle, hislerinin pek bir önemi kalmıyordu.

Hiçbir masum çıkıp elinden tutarak seni sürükleye sürükleye cennete götürmüyordu. Hiçbir saf seni iyileştirmek için orada olmuyordu. Öyleki şeytan bile orada olmuyordu. Sen en kötüsüydün. Hayretle bakar, arkadandan fısıldaşırlardı. Bir de kendi adaletleriyle seni yargılamaları yok muydu, ölene kadar düşmeyeceğin bir dava yakana yapışmış demekti.

taç yaprağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin