8.Bölüm

3.1K 199 17
                                    

Park o kadar sessizki, koşarken botlarımın zeminde çıkardığı sesi duyabiliyorum. Gözlerimden akan yaşlar, görüşümü bulanıklaştırıyor. Evden çıkmadan önce, babama söylediğim sözler aklıma geliyor. Gelecek pazar yaparız, evde olacağım. Söz veriyorum. Artık, gelecek pazar diye bir şey yoktu. Bu sabah, ailecek kahvaltı yapmak için son şansımızdı. Ve ben bunu mahvetmiştim. Üstüne üstlük, bir de babama bağırmıştım. Böyle olacağını bilseydim, asla yapmazdım, asla öyle davranmazdım. Gözlerimden akan yaşlar hızlanıyor. Daha çok ve daha şiddetli akmaya başlıyorlar. Yere kapaklanıyorum. Beni takip ettiğini o ana kadar fark bile etmediğim Connor, kolunu belime doluyor ve ayağa kalkmama yardım ediyor. Bunu yapacak gücü kendimde bulamayınca, dizlerimin üstüne düşüyorum ve hıçkırmaya başlıyorum. Connor da yanımda dizlerinin üstüne oturuyor ve beni kendine çekiyor.

"Ne oldu, Lea?" diye soruyor yumuşacık bir sesle. Hıçkırıklarımı bastırıp cevap vermeye çalışıyorum.

"Annem...babam...onlar..." Cümlemi tamamlayamadan ağlamaya başlıyorum. Connor beni kucağına çekiyor ve saçlarımı okşuyor.

"Ah, tatlım. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu, bu nasıl olur?" diyor hayretle. Başımı omzuna gömüyorum ve hiddetle ağlıyorum. Saçlarımı okşarken, tatlı tatlı bir şeyler fısıldıyor. Kollarımı boynuna doluyorum ve ağlamaya devam ediyorum.

"Lütfen, beni eve götür." diye fısıldıyorum. İtaat ediyor. Bir kolunu bacaklarımın altına, diğerini ise boynumun altına koyuyor ve beni kucaklıyor. Eve yürümeye başlıyoruz.

Kapının önüne geldiğimizde, beni yere indiriyor. Ona öyle sıkı sarılıyorum ki nefesim kesiliyor.

"Gitme, Conny." diyorum çaresizce.

"Elbette. Eğer kalmamı istiyorsan, elbette kalırım." diyor. Minnetle gülümsüyorum. Kapıyı tıklatıyorum. Miles, gözleri hafifçe kızarmış, rengi solmuş ve omuzları çökmüş bir şekilde kapıyı açıyor. Henüz dinmiş olan gözyaşlarım, tekrardan akmaya başlıyor ve ileri atılıp kendimi Miles'ın kollarına bırakıyorum.

"Ah, Miles. Kendimden nefret ediyorum. Gitmeden önce, babama söylediğim o sözler, korkunçtu. Ona onu sevdiğimi söylemeliydim. Ona bağırmamalı, sıkıca sarılmalıydım." diyorum gözyaşlarımın arasından.

"Lea, içeri gel." Duraksıyor ve Connor'a bakarak kaşlarını kaldırıyor. "O da kim?" diye soruyor.

"O, Connor. Burada olmasını istiyorum. Lütfen." diye yalvarıyorum. Miles başıyla onaylıyor ve onu içeri alıyor. Salondaki kocaman koltuğa gömülüyorum ve yüzümü kumaşa bastırıp ağlamaya devam ediyorum. Annem ve babama, son bir kez onları sevdiğimi söyleme fırsatım bile olmadığı için ağlıyorum. Anneme son sözlerimi bile söyleyemediğim, babama ise bağırdığım için ağlıyorum. Güneylilere karşı olan savaşı kazanmayı ve sonrasında ailemle güvenli bir şekilde yaşamayı hayal ettiğim ve bu hayalim gerçekleşmediği için ağlıyorum. Babama, gelecek pazar aile kahvaltısına olacağıma söz verdiğim ve bu sözü tutamayacam olduğum için ağlıyorum.

"Nasıl oldu? Nasıl?" diye bağırıyorum birden.

"Güneyliler. Ülkeye casuslar sızmış. Haliyle kimse de anlamamış. Eve saldırmışlar. O sırada evde olan annem ve babam da, saldırının kurbanı olmuşlar." diye açıklıyor Miles.

"Peki ama neden? Neden biz? Neden bizim ailemiz?" diye ciyaklıyorum.

"Bilmiyorum, Lea. Bilmiyorum!" Miles salonu terk ediyor ve holden geçerek odasının kapısını çarpıyor. Connor'a dönüyorum. Orada oturmuş, hüzünlü gözlerle bana bakıyor.

"Ben, çok üzgünüm, tatlım. Gel buraya." diyor ve beni kendine çekiyor. Başımı omzuna yaslıyorum ve gözyaşlarım boynuna akıyor. Vanilya kokusunu içime çekiyorum. Bu, sakinleşmeme yardımcı oluyor. Ona dahada sokuluyorum. Birkaç dakika sessizce ağlıyorum. Ve uykuya dalıyorum.

Gözlerimi açmaya çalışıyorum. Yanıyorlar. Tıslıyorum.

"Lea? İyi misin?" Connor'ın sesi, acıyı azaltıyor ve gözlerimi kırpıştırarak açıyorum.

"Bütün gece uyanık mıydın sen?" diye azarlıyorum onu. Bana kederli bir gülümseme gönderiyor.

"Evet. Senin iyi olduğundan emin olmak istedim. Uyursam, kalkıp gideceğinden, kendine zarar vereceğinden korktum." diyor.

"Ah, ben, teşekkür ederim. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum." diye itiraf ediyorum.

"Odana götürmemi ister misin? Yatağında biraz dinlenebilirsin. Daha iyi hissedeceğine eminim. Sana bir de çorba yapar ve su getiririm."

"Sen, harikasın. Teşekkürler, Conny." diyorum ve beni kucaklayıp, odama taşımasına izin veriyorum. Beni, sanki her an kırılacakmışım gibi, nazikçe yatağa bırakıyor ve kapıdan çıkıyor. Yaklaşık on dakika sonra, elinde bir tepsiyle geri geliyor. Tepsiyi kucağıma bırakıyor.

"Bunun hepsini iç. İyi olacaksın. Şimdi eve gitmeliyim, ama tekrar geleceğim. Söz veriyorum." diyor ve gitmek için davranıyor. Kolunu yakalıyorum.

"Conny, ben, çok teşekkür ederim. İyi ki varsın." diyorum.

Gülümsüyor. "Sende iyiki varsın." diyor ve tekrar kapıya yöneliyor. Tekrar kolunu yakalıyorum ve hiç düşünmeden onu kendime çekiyorum. Saniyeler içinde, öpüştüğümüzü farkediyorum. Dudaklarımla dudaklarını aralıyorum ve o da öpücüğüme karşılık veriyor. Öpüştüğümüz süre boyunca, bütün üzüntü, öfke ve keder yok oluyor. Onu üzerime çekme isteğiyle doluyorum fakat kucağımdaki tepsiyi hatırlıyorum ve bu isteğe karşı koyuyorum. Bir süre daha öpüşüyoruz ve sonra ondan ayrılıyorum. Altın parıltılar saçan gözleriyle bana bakıyor ve gülümsüyor.

"Seni seviyorum." diyorum umutsuzça.

"Ben de seni seviyorum. Hemde çok." diyor ve kapıya yöneliyor. Bu sefer, gitmesine izin veriyorum.

ŞampiyonWhere stories live. Discover now