19.Bölüm

1.7K 121 0
                                    

Askerler tek tek yere yığılıyor. Hala ayakta olanlar hücreme doğru ateş ediyor. Hızlı hızlı hareket ederek kurşunlardan kaçmaya çalışırıyorum ve aynı anda ateş ediyorum. Bu kurşun yağmurunu durduran, koridorda yankılanan ses oluyor.

"Kesin şunu!" diye kükrüyor Chris. Askerler anında ateş etmeyi bırakıyor. Tabancamı indiriyorum ve Chris'e dik dik bakıyorum. Bakışlarıma karşılık veriyor. Bir dakika sonra askerlere dönüyor.

"On küsur kişisiniz ve bir tanecik kızı öldüremiyorsunuz. Kesinlikle çok yeteneklisiniz. Toz olun." diyor sinirle. Askerler hiç şikayet etmeden selam veriyor ve geldikleri gibi gidiyorlar. Chris iç çekiyor, akabinde bana doğru yürümeye başlıyor.

"Ah, tatlım. Lütfen bir daha böyle saçma sapan şeyler yapmaya kalkma."

"Kalkarsam ne olur?"

"Çok basit. Bu sefer seni kendim öldürürüm." Göz kırpıyor. Ona iğrenerek bakıyorum. "Eğer anlaştıysak," diye ekliyor, "ben artık gideyim." Hemen sonra kilidin kırıldığını farketmediğini farkediyorum. O daha odadan dışarı çıkamadan hücremden çıkıyorum ve tabancamı güvenlik kamerasına fırlatıyorum. Kamera paramparça oluyor ve alev alıyor. Chris ne olduğunu anlamak için döndüğünde, üstüne atlıyorum. Yumruklarımı suratına geçiriyorum. Elleriyle engellemeye çalışıyor. Tam sağ elimi kaldırmış, yumruk atmaya hazırlanırken, bileğimden yakalıyor ve beni yana fırlatıyor. Bu sefer o benim üstüme çıkıyor. Ellerimi elleriyle yanlara bastırıyor. Kesik kesik nefeslerinin arasından, "Öldün...sen..." diye fısıldıyor. Dişlerimi sıkıyorum ve dizimi bacak arasına geçiriyorum. Acı dolu bir çığlık atıyor ve yere devriliyor. O yerde acı çekerken, fırsattan yararlanıyorum ve ayaklanıyorum. Kameranın patlaması sonucu oluşan alevlerin yoğunlaşmış olduğunu görüyorum. Ben alevlerin arasında tabacamı ararken, Chris ayak bileğimi yakalıyor ve beni yüzüstü yere yapıştırıyor. Ağzımda kanın tadını alıyorum. Elimi yüzüme götürdüğümde, çarpmanın etkisiyle burnumun kanamaya başladığını farkediyorum. Yavaşca başımı çeviriyorum. Chris, sürünerek kapıya ulaşmaya çalışıyor. Elinde gümüşi bir şekilde parlayan bir şey tutuyor: Bir anahtar. Hemen ayağa kalkıp alevlerin arasına koşuyorum. Eğiliyorum. Ellerimi alevlerin arasında gezdirerek tabancamı arıyorum. Alevler ellerimi yakarken yüzümü buruşturuyorum. Sonunda parmaklarımın arasında bir şey hissediyorum ve hiç düşünmeden çekip alıyorum. Tabancam. Dikkatimi kapıya ulaşmış olan Chris'e veriyorum. Amacının odadan çıkıp beni buraya kilitlemek olduğunu tahmin ediyorum. Ona doğru koşmaya başlıyorum ve o kapı kolundan tutunarak kalkmaya çalışırken karnına tekme atıyorum. Çığlık atıyor ve yere yığılıyor. Onu odanın içine doğru ittiriyorum ve elindeki anahtarı çekiştiriyorum. Kafasına bir yumruk geçirdiğimde bütün vücudu gevşiyor ve anahtar parmaklarının arasından kayıp gidiyor. Bu sırada alevlerin iyice yayıldığını görüyorum. Anahtarı kapıp kapıya koşuyorum. Kolu kavrıyorum ve Chris'e son bir kez bakıyorum. Alevlerin sağ elini kavurmasına saniyeler var. Hayır. İleri atılıyorum ve Chris'i ayak bileklerinden kavrıyorum. Onu odanın dışına doğru çekiştiriyorum. Tamamen dışarı çıkarmam bir dakikamı alıyor. Ayaklarını bırakıyorum ve kapıyı adeta parçalarcasına ittirerek kapatıyorum. Derin derin nefes alıp vererek kapıya yaslanıyorum ve yere çöküyorum. Chris bir süre öksürüyor ve başını kaldırıyor. Simsiyah gözleriyle beni inceliyor, sonra kah öksürerek kah hıçkırarak bir şeyler söylüyor.

"Ne? Seni anlayamıyorum." diyorum sakince.

"Ben...diyorumki...neden beni...içeride bırakmadın?"

"Ah, ben, bilmiyorum. Ama seni kendim öldürebilecekken alevlere teslim etmek istemedim."

"Eh, teşekkür...ederim."

"Bana teşekkür etme. Seni orada bırakmamamın bir başka sebebi de beni buradan çıkaracak olman."

"Ha? Ne...dedin sen?"

"Buradan nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Sen, bana yardım edeceksin."

"Asla...bunu asla...yapmam."

"Eh, o zaman şimdiden ölmen sorun olmayacaktır." Tabancamı yerden alıp şakağına dayıyorum.

"Hayır...bekle." diye bağırıyor. Bunun üzerine sırıtıyorum. Tabancamı çekmeden "Evet? Sorun nedir?" diye soruyorum. Bir süre sessiz kalıyor. Sonra, gözlerini gözlerime dikiyor. "Tamam. Sana...yardım edeceğim. Şimdi...şunu...çek şurdan." diyor ve tabancayı ittiriyor. Ayağa kalkıyorum. O da aynısını yapıyor.

"Gerçi sana neden güveneyim ki, değil mi? Pisliğin tekisin." diyorum birden.

Bana tiksinti dolu bir bakış atıyor. "Bana göre de sen öylesin, tatlım. Güzel olman, bir pislik olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Buradan çıkmak istiyorsan kes sesini de, beni izle." Yürümeye başlıyor.

"Bekle." Kolundan tutuyorum. Başını bana çeviriyor. "Beni askerlerin ortasına atıp ölümümü izlemeyeceğini nereden bileceğim?"

Sırıtıyor. "Sen beni neden alevlerin arasında bırakmadıysan, bende seni o yüzden askerlerin arasında bırakmayacağım."

ŞampiyonTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang