32.Bölüm

1.2K 86 0
                                    

"Bir planım var."

Yorganı çeneme kadar çekmiş, Chris'in koynunda yatarken ağzımdan bu kelimeler çıkıyor. Gözlerini gözlerime dikiyor ve kaşlarını kaldırıyor.

"Neymiş bakalım planın?" diye soruyor. Sesindeki samimi merakı duyunca kendime güvenim geliyor ve söyleyene kadar varlığından bile haberdar olmadığım planımı anlatmaya koyuluyorum.

"Yanlış hatırlamıyorsam bana Güneylilerin yarısından fazlasının kraldan nefret ettiğini söylemiştin. Planım basit: Bu insanlarla işbirliği yaparak kral ve kraliçeyi alaşağı etmek. Fazladan kuvvet işimize yarayacaktır; en azından ben böyle düşünüyorum. Geri çevireceklerini de sanmıyorum çünkü yardımlarını karşılıksız bırakmayacağız. Onlara elbette ki silah yardımında bulunacağız ve başarılı olursak, bizimle birlikte yaşayabileceklerini söyleceğiz. Kesinlikle kabul edecekler."

Tepkisini görmek için yüzüne bakıyorum. Dudaklarını büzüyor ve tek elini çenesine götürüyor.

"Fena bir plan değil, iyi bile denebilir. Eh, bunu diğerlerine de anlatalım ve Güneylilerin kabul edeceğini umalım." diye fikrini belirtiyor ve yanağımdan öpüyor. "Saatin kaç olduğundan haberin var mı? On bir buçuk olmuş. Yarım saat önce ordu binasında olmamız gerekiyordu. Kalk haydi." diyor telaşla ve tişörtünü kaptığı gibi başından geçiriyor. Sızlanarak yüzümü yastığıma gömüyorum.

"Of, ne olacak ki sanki? Bizi dövecek halleri yok ya." diye yakınıyorum.

"Lea, uyuşukluğu kes. Gitmemiz gerek." diye azarlıyor beni. Yüzümü kaldırıp sağ kulağımın üzerine yatıyorum. Öfkeli bir ifade takınmaya çalışarak tek dizini yatağa koyuyor ve bana doğru uzanıp popoma bir şaplak atıyor.

"Kaldır o tembel kıçını." diyor kıkırdayarak ve kemerini bağlıyor. Kaşlarımı çatıyorum. Yatağımın hemen yanındaki çekmecemden bir iç çamaşırı alıyorum ve yorganın altından çıkmadan giyinmeye çalışıyorum. Chris bana sersem bir bakış atıyor ve yorganı üzerimden çekiyor. Tamamen savunmasız kalmadan bir saniye önce altımı giymeyi başarmış olduğum için ona dil çıkarıyorum.

"Haydi çık. Giyinmem gerek." diyorum ve hızla ayağa kalkıp onu odadan dışarı itiyorum. Bir şey söylemek için ağzını açtığında kapıyı suratına kapatıyorum.

Toplantı salonundaki sandalyelerden birine çökmüş, diğerlerinin planımı değerlendirmesini izliyorum. Chris, bir köşede Jackson'la konuşuyor. Jackson sürekli başını sallıyor. Olumlu ya da olumsuz anlamda. Ellerimi çeneme dayıyorum ve iç çekiyorum. Tanrım, basit bir plan üzerinde ne diye bu kadar tartışıyorlar ki?

"Merhaba."

Başımı kaldırdığımda, Connor'ın dostane bir gülümsemeyle bana baktığını görüyorum.

"Merhaba. Otursana." Yanımdaki sandalyeyi işaret ediyorum. Omuz silkiyor ve sandalyeye çöküyor.

"Nasılsın?" diye soruyor sıradan bir biçimde.

"İyiyim. Daha doğrusu iyi olmaya çalışıyorum. Nerelerdeydin sen? Üç gündür hiç göremedim seni." diyorum.

Parmaklarını saçlarından geçiriyor ve "Ah, aslında dün cenazedeydim. Ama seni hiç görmedim. Bir gün öncede oradaydım ama seni yine hiç görmedim." diyor. Anladığımı gösteren bir biçimde başımı sallıyorum. Connor elini omzuma koyuyor.

"Miles için çok üzgünüm." diyor sessiz bir şekilde. Omzumun üzerindeki elini tutuyorum ve altın renkli gözlerine bakarak gülümsüyorum.

"Teşekkür ederim, Conny."

O da gülümsüyor ve ardından boğazını temizliyor.

"Gitmem gerek. Seninle sonra görüşürüz." diyerek sandalyeden kalkıyor. Bir adım atıyor ve tekrar bana dönüyor. "Bu arada, planını beğendim." diye ekliyor ve uzaklaşmadan önce göz kırpıyor. Boğazımın düğümlendiğini hissediyorum. Elimi karmakarışık saçlarıma götürüyorum ve yüzümü masaya yaslıyorum. O şekilde ne kadar zaman geçirdim bilemiyorum, belki beş dakika, belki de yarım saat. Birinin ellerini omuzlarıma koymasıyla yüzümü kaldırıyorum ve yukarı bakıyorum. Chris'in beyazımsı sarı saçlarından terler yanaklarıma damlıyor. Gıdıklanıyorum ve kıkırdıyorum.

"Planını uygulamaya karar verdiler. Sonuç olarak komutan sensin ve sen ne dersen o olur." diyor neşeli bir sesle. Bunu duyunca bende neşeleniyorum. Sandalyemden kalkıyorum ve popomun, bir saattir kıpırdamadan oturmaktan terlediğini farkediyorum. Umursamazca omuz silkiyorum ve yüzüme bir gülümseme yerleştirip Chris'e dönüyorum.

"Bu harika bir haber. O halde alacakaranlıkta yola çıkıyoruz. Kral ve kraliçenin güzellik uykularında olduğu zamanda saldırmak en iyisi." diyorum hevesle. Tek eliyle bana asker selamı veriyor ve "Evet, Komutanım." diyor. Omzuna bir yumruk geçiriyorum ve diğerlerine dönüyorum. Konuşmaya başlamadan önce ellerimi çırpıyorum ve herkes bakışlarını bana çeviriyor. Tamamen sessizlik olduğunda, konuşmaya başlıyorum.

"Pekala. Alacakaranlıkta yola çıkıyoruz. Tanklarınızı hazırlayın. İhtiyacınız olabilecek bütün silahları yanınıza alın ve kurşun geçirmez yelekler giyin. Ayrıca işbirliğini kabul etmeleri olanaklı olduğundan yanınıza fazladan silah alın. Şehirden geçerken kimseye zarar vermeyin, onlar size zarar vermediği sürece; saraya ulaştığımızdaysa,  kimseye acımayın. Yolunuza çıkan bütün muhafızları yok edin. Kraliyet ailesinin odaları sarayın en üst katında bulunuyor. Ben arkadan tırmanıp oraya gideceğim. Siz harekete geçmeden ben harekete geçeceğim ki, muhafızların kraliyet ailesine haber verip onları güvenli yerlere götürmeye zamanları olmasın. Prensten başlayarak üç kraliyet ailesi üyesini de yok edeceğim. Sona kralı bırakacağım. İşim bittiğinde size yardım edeceğim. O sarayda tek bir canlı bile bırakmayacağız. Anlaşıldı mı?" Son cümleyi bağırarak söylüyorum.

"Evet, Komutanım!" diyor hepsi bir ağızdan. O anda aklıma bir şey daha geliyor.

"Ah, yanınıza birkaç nükleer bomba da alın. O lanet saraydan geriye hiçbir şey kalmayacak." diyorum ve gülümsüyorum. "Her şey anlaşıldıysa, dağılabilirsiniz." diye ekliyorum ve Chris'in yanına yöneliyorum. "Vay be. Son derece otorite sahibisin." diyor hayran hayran bana bakarak. Bunun üzerine kızarıyorum ve sersem bir şekilde koluna giriyorum.

"Haydi gidelim." diyorum ve adım atmasına müsaade etmeden kolundan çekiştiriyorum.

ŞampiyonDonde viven las historias. Descúbrelo ahora