68❄️ "El arabası"

6.3K 500 55
                                    


"Sarsmadan sür şunu Selim ya! Midem bulanıyor zaten."

"Elimden geleni yapıyorum Hayal. Kusura bakma ama yani şimdi ağırsın kızım. Pamuk taşımıyoruz ya burada."

"Yuh! Elli iki kiloyum ben. Sen güçsüzsen ben ne yapayım?"

"Tamam be tamam, bir şey demedik. Arabada gitmek keyifli tabii bir de bana sor sen."

"Hamile olan sen misin? Midem çok fena zaten! Yavaş sür. Sallandıkça midem daha çok bulanıyor."

Selim ve ben uzun bir süredir, Mucize teyzenin bize verdiği el arabası ile ilerlemeye çalışıyorduk. Arabamızın benzini bittiği için, telefonlarımız da şarjsızlıktan intihar ettiği için kimse ile irtibata geçememiştik. Ben yürüyecek durumda olmadığım için de Mucize teyze "Araba arabadır evlatlarım," deyip bize el arabasını tutuşturmuştu. Birkaç saattir Selim beni el arabası ile götürüyordu. Tabii götürmekten ziyade sallıyordu resmen. Elinde değildi biliyorum, yol o kadar taşlıydı ki o düz tutmaya çalışsa da araba sarsılıyordu. Yine de benim de elimde değildi. Her sallanışta midem boğazımdan çıkıp dışarı saçılacakmış gibi hissediyordum.

Kirlenen kıyafetleri ve dizilerine kadar kıvırdığı siyah kumaş pantolonuyla Selim, tam bir hödük gibi görünüyordu dostlarım. Ara ara ona gülmekten kendimi alamıyordum. Şu başındaki mendil de bir türlü çıkmamıştı. Korumaları onu görse yüzüne bakmaz şu haliyle yemin ediyorum. Hayır bir şey değil o da kendini iyice salmıştı. Takım elbise yerine böyle paspal takılmayı yüz kere tercih ederdi vesselam.

"Az daha hızlı sür ya, iyice yavaşladık. Gece çökecek yakında."

"Valla bırakacağım şimdi sürmeyi he! Benzinle mi çalışıyor kızım bu? Kol kaslarım eridi lan! Çek çek bitmiyor ki yol."

"Peh! Olmayan kaslar desene şuna! Şunun şurasında mekik çeksen ancak bu kadar yorulursun yani. Sür hadi sür. Ama bi saniye. Ay ay ay, yavaşla biraz, sanırım kusacağım."

"Dur, arabanın içine şey etme! Temizleyemeyiz şimdi onu. Yut istersen! En iyisi yut yut!"

"Ya geri zekalı mısın Selim? Kusmuk yutulur mu? Çabuk dur!"

"Hay Allah benim belamı vermesin! Çocuk yapacak tam zamanını bulduk iyi mi?

"Büölk!"

"Üf üf üüüf!"

Selim burnunu tutarken, ben içimde kalan elma kalıntılarını da çıkarmıştım dışarı. Gerçekten çok fazla elma yemiştim ve şimdi de cezasını çekiyordum işte.

"Ağzımı silecek bir şey ver Selim."

"Allah benim belamı vermesin! Allah benim belamı vermesin! Te Allah böyle işin içine. Ne vereyim sana?"

"Ne bileyim gömleğini falan ver."

"Yuh! Ben ne giyeceğim Hayal hanım ayıptır sorması."

"O zaman pantolonunu ver."

Selim afili küfürler etmeye devam ederken içine giydiği tişörtü çıkarıp bana verdi. Sonra gömleğini yeniden giydi.

"Hayır, zalimin bebenin yaptığına bak sen. Çekilir mi lan bu çile?" diye bağırdı Selim. Selim'in bağırışına birkaç karga uçuşup gitti.

"Bağırma ya! Hamileyim ben. Hormonlarım bozuldu zaten."

"Tamam bir şey demedik, burada Allah'ın belası birisi varsa o da benim zaten."

"Tamam bırak konuşmayı, daha hızlı sür. Daha hızlı, daha hızlı yihuu!"

"Allah benim cezamı vermesin, Allah benim cezamı vermesin! Allah beni kahretmesin laan!"

Ben el arabasında kimi zaman mutlu kimi zaman mide bulantısı ile kavrulurken Selim arabayı sürmeye devam ediyordu. Ta ki uzaklarda küçük bir lokanta görene dek. İkimiz de yorulmuş ve acıkmıştık. Lokantaya girip cam kenarı masaya oturduğumuzda garsonlardan biri sipariş için yanımıza geldi.

"İki mercimek çorbası alalım biz," dedi Selim başındaki mendille.

"Ay yok, mercimek çorbası içemeyeceğim şu an. Çok kötüyüm."

"A şey, eşim hamile de. Ayıptır söylemesi baba olacağım da inşaAllah. Mercimek iptal olsun o zaman. Şöyle bol kıymalısından iki lahmacun alalım biz."

"Ben mercimek çorbası bile içemem diyorum, sen gidip lahmacun sipariş ediyorsun," diye çıkıştım.

Selim de garsona çıkıştı.

"Niye lahmacunu örnek veriyorsunuz Beyefendi?"

"Bağırma Selim. Midem bulanıyor."

"Tamam tamam, sakin olalım. Şimdi mercimek çorbası ve lahmacun iptal. Hangi yemeleriniz var? Ya da dur bir saniye, hayatım sen ne yemek istiyorsun şu an?"

Düşündüm.

"Böyle, çilek tadında ama yer çekimsiz ortamda çikolata tadı veren. Karışık çerez gibi farklı tatları barındıran, limonlu kek gibi ekşi, ananas gibi sulu, mandalina gibi küçük bir şey."

Selim gözlerini yarıya indirdi.

"Hayal bu çocuğun benden olduğuna emin misin hayatım? Araya dereye bir vampir sıkıştırmış olamazsın değil mi?"

"Kafana şaplağı yediğinde görürsün. Zaten midem bulanıyor sen de üstüme üstüme geliyorsun ya."

"Tamam tamam, Beyefendi biz en iyisi su alalım şimdilik. Benim hanım şu an biraz arıza da," dedi o arada başka bir garson geldi. Saygılı bir şekilde eğilerek "Efendim arabanızı yanlış yere park etmişsiniz. Çıkmak isteyen müşterimiz çıkamıyor," dedi.

Selim kaşlarını çatarak siyah bir limuzinin önüne park ettiği el arabasına baktı.

"Hay Allah, cidden yanlış olmuş lan! Şey ama hiç anons etmediniz. Yani nerden bileyim ben yanlış olduğunu? Git anons et, öyle çekerim arabayı."

"Efendim?"

Garson hayatının kazığını yemişçesine ne olduğunu anlamamışça Selim'e bakarken, durumu anlayan diğer garson anonsu yapmaya başladı.

"Edirne, Lefkoşa, Adana, Rize, Ankara, Bolu, Artvin, Siirt, Iğdır plakalı müşterimizin arabasını başka yere park etmesi rica olunur."

"Heh şimdi oldu."

"Bu ne biçim plaka böyle?" diye sordum. Selim ayağa kalkıp eli ile sıkıntı yok dercesine işaret yağıp göz kırptı. "El arabası diye kodladı. Sen siparişini vere dur, ben arabayı çekip geliyorum."

Selim el arabasını başka yere götürürken, şaşkınlıkla bakan garsona siparişimi yeniledim.

"İşte böyle çilek tadında olacak. Yani çilek gibi. Yerçekimsiz ortamda çikolata tadı..."

TELEFERİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin