0.6

721 75 12
                                    

Nereden başlayacağını bilmiyorsun. Etrafa bakınıyorsun ve herhangi bir ipucu arıyorsun. Zaman kazanmak için öksürüyorsun ama sana bakan gözler yüzünden daha fazla suskun kalamıyorsun.

"Pekala," diyorsun, "nereden başlamamı istersiniz? Sizin dünyanızda uyanmamdan mı yoksa diğer evrendeki yaşamımdan mı?"

"Diğerinden başla, senin evreninden. Orada da ben var mıyım?" Diye soruyor Bay Stark ve sen gülüyorsun.

Tony Stark senin dünyanda var mıydı?

Bu şu ana kadar duyduğun en komik şey olabilirdi.

Usulca başını sallıyorsun ve hikayeyi nereden anlatabileceğini yakalıyorsun.

"Ben (senin adın ve soyadın). (Senin yaşın). Başka bir evrenden geliyorum. Sizinkinden çok farklı ve çok benzer bir evrenden. Sizi tanıyorum. Hepinizi. Yalnızca size takılan lakaplarla değil. Sizi tamamıyla tanıyorum. Sevdiklerinizle. Nefret ettiklerinizle. Pişmalık ya da kıvanç duyduğunuz anlarla. Sizi tanıyorum. Bu size imkansız ya da korkunç gelebilir ama ben düşmanınız değilim. Sadece... sadece çok film izleyen biriyim ve benim evrenimde sizler benim en sevdiğim film karakterlerisiniz." Evet tam da beklediğin gibi önce birkaç saniyelik bir sessizlik hüküm sürüyor odada ve ardından sesler aynı anda dolduruyor odayı.

"Bu kızı bir hücreye kapatmalısınız."

"Vay canına! Yani ben cidden bir film karakteri miyim? Peki peki nasıl görünüyorum?"

"Bu şu garip tanrının bir oyunu olmasın?"

"Gerçeği söyleyip söylemediğini nereden bileceğiz?"

İşte, diyorsun. Kanıtlamalıydın onları tanıdığını. Onlarla ilgili milyonlarca şey biliyorsun ama nasıl başlayacağını bilmiyorsun.

Ama Kaptan Amerika'yla göz göze gelince dilin çözülüveriyor.

"Adın Steve Rogers ve her zaman ayakkabılarının önüne gazete sıkıştırıyorsun." Kelimler ağzından dökülür dökülmez Kaptan'ın gözlerinde tanıdık bir parıltı geçiyor ve hemen yanındaki metal kolu adama bakıyor.

Sıranın onda olduğunu hemen anlayıveriyorsun.

"Adın Bucky. Bucky Barnes. Hydra senin hafızanı silip her şeyini elinden almadan önce orduya katılmıştın." Hydra aklına başka birini getiriyor. Kızıl olan bir kadını. Kafanı ondan yana çeviriyorsun ama sen daha ağzını açamadan korkunç bakışlarıyla seni susturuyor ve diyeceklerin ağzının içinde sönüp kalıyor.

"Vay be. Ayrılmaz ikili hakkında eşey şey söyledin. Peki ya benim hakkında ne biliyorsun?" Onun hakkında hiçbir şey bilmediğinden emin olan Tony'e dönüyorsun ve gülümsüyorsun.

"Dahi. Milyoner. Yardımsever ve playboy olduğunuz dışında mı? Ah, evet bir de kokuşuk* sıfatınız vardı değil mi?" Tony, Rhodey'e dönüyor ve tek kaşını kaldırıyor. Adam iki elini havaya kaldırırken sende birkaç şey söyleme devam ediyorsun.

"Sende Rhodey'sin. Hava askerlerinden birisin ve sana ait bir zırhın var. Tabii Tony'nin yaptığı. Ha bu arada Sam nerede? O da havacılardan biriydi. Şeydi sanırım, paraşütle kurtarma? Ah, evet şimdi net hatırlamıyorum ama öyle olmalı." Duraksıyorsun, hayır nefes almak için değil, kapı tıklatıyor. Gözlerin onlar birlikte kaşıya dönüyor ve beklediğin adamı görüyorsun.

İsmi hem zihninde hem de odada duyuluyor.

"Nick Fury. SHIELD'da oldukça önemli biri ve yanındaki kişi de Maria Hills." Diyorsun. Adam bir sana bir diğerlerine bakıyor. Hâlâ kimse konuşmuyor ve nedenini merak ediyorsun.

Acaba hayal gücün mi bitmişti?

Kaşlarını hafifçe çatıyorsun ve komada olduğundan emin oluyorsun.

Rüyalar bu kadar uzun sürmez çünkü ve onlar bitince sıçrayarak uyanırsın.

Devamını hayal etmek için kendini zorluyorsun. Yeşil gözler sana dönüyor ve seni inceliyor.

Dur, yoksa hafızana girebiliyor mu? Korkuyorsun ve gözleri yine transtan çıkıyor. Ondan özür dilemek istiyorsun. Ama bunun yerine daha deminden beri avcunun içinde sıktığın örtüyü rahat bırakıyorsun ve gözlerini kapatıyorsun.

Üzerine gelen kırmızı büyüyü ve yeşil büyüyü birbirinden ayırt edebiliyorsun ve dışlanmış Tanrı'nın zihnine süzüldüğünü.

Onlara gösteriyorsun.

Tüm filmleri.

Hepsi farklı bir tarafa gitmeye çalışıyor ama parmakların hafifçe gerginleşiyor ve hepsini belli bir yolda ilerletiyorsun.

Tabii bunu ilk defa yaptığın için gözlerini birazcık sıkıyorsun ama canın yanmıyor.

Dış dünyada herkes konuşmaya başlıyor. Ya da en başından beri konuşuyorlardı da sen bunu fark edemeyecek kadar transtaydın. Zihnindekilerin şaşırdıklarını hissedebiliyorsun. Biraz inkar, biraz inançsızlık ve hepsinden fazla merak.

Ama onları dizginliyorsun ve yavaşlamalarını sağlıyorsun.

Nihayetinde tüm filmleri bir anda tüm ayrıntılarıyla hatırlamak seni zorluyor.

Hatırlıyorsun da sekiz yaşındayken her şeyi unuttuğundan şikayet ederdin ama şimdi her şeyi hatırlıyorsun.

Neleri hatırladığını fark edince sen diğer herkesten daha çok şaşırıyorsun. Bir gözünle diğer anılarını izlerken diğer gözünle zihnindekileri kontrol edip özel hayatına bakmamalarını sağlıyorsun.

Bu onların kaldırabileceği bir şey değil çünkü.

Onların işi bittiğinde ve odadakilere konuşmaları gerektiğini söylediğinde bile gözlerini anılarının üzerinden çekmiyorsun.

Ailenle beraber geçirdiğin mutlu günleri hatırlıyorsun. Pazar kahvaltılarını, ormandaki piknikleri, çay partilerini, alışveriş günlerini.

Eğer gözyaşların akabilseydi ağlayacağından emindin.

Yine de tanıdık gelen bir şeyler var. Mesela boğazdaki yumru ya da alevler içerisindeki gözler gibi.

Anıların saklandıkları yere gitmesine izin veriyorsun ama gözlerini açmıyorsun. Dizlerini kendine çekerek kafanı onlara yaslıyorsun.

Ve gözlerini sımsıkı kapatıyorsun.

Sanki ağlamak istemiyormuş gibi.

*kokuşuk: Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı'nda Stan Lee postacı kılığında içeri girerek Tony Kokuşuk'a bir posta getirdiğini söylüyor.

Maden (Bir Marvel Kurgusu)Where stories live. Discover now