1.7

471 56 5
                                    

Ölmüyorsun.

Bunca şey yaşayıp sadece binlerce metre yukardan atladığın için ölmen komik olurdu ve hayatın komediyle alakası yoktu.

Astral bedenin uzun süre düşüyor. Düşüyor. Düşüyor ve nihayetinde kendini suyun maviliklerinde buluyorsun. Balıklar sanki seni görebiliyormuş gibi hemen kaçışmaya başlıyorlar. Elini onlardan birine uzatıyorsun ve elin içinden geçip gidiyor. Dibe doğru yüzüyorsun. Ekipmana ihtiyacın yok. Zira bu bedenin nefes almıyor ve basınç onun olmayan akciğerlerini patlatamaz. İlerledikçe mavinin tonları koyulaşıyor. Bu hem derinlikten hem de dışarıdaki gökyüzünden ama senin görmek için ışığa ihtiyacın yok. Denizin dibindeki taşlara bakıyorsun. Ayağını kesmek ve kanını akıtmak için sadece ona basmanı bekleyen keskin çakıl taşları bunlar ama bugün istekleri gerçekleşmiyor çünkü senin ruhani ayaklarını kesebilecek kadar ruhları yok.

Oraya oturup gerçek bedenini düşünüyorsun. Bir anlığına onun gözlerinden görüyorsun. Tıpkı Thor'un Heimdall'ın gözünden gördüğü gibi. Mutlu olan bedenine bakıyorsun. Herkesi güldüren ve neşeli olan. Hüzünlü bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Doktor'un sana tuhaf baktığını görüyorsun.

Anlamış olmalı, diye düşünüyorsun. Neticede bunu ondan öğrendin. Bundan onun haberi olmasa da.

"(Senin Adın) neredesin?"

"Suyun altında, Atlantis'te," diyerek sevdiğin bir şarkıya atıfta bulunuyorsun. Bir ara ne dinlerdin, değil mi? Sol teki çalışmayan, kabloları kopmasın diye bantlarla sardığın, sürekli dolaşan ama açmak için uğraşmaya bayıldığın şu siyah kulaklığın ve babanın senin isteklerine dayanamayıp aldığı küçük MP3 çaların ile arabanın arka koltuğunda oturup müzik dinlerdin. Eskiden. Artık yüzyıllar kadar önce gelen zamanlarda.

"Bunu yapmayı nasıl öğrendin?"

"Astral seyahat benim dünyamda da vardı Doktor."

"Ama bunu-"

"Biliyorum," diye sözünü kesiyorsun senden daha güçlü ve daha yaşlı olanın sözünü. " Benim dünyamda da olması bunu sizden öğrenmediğim anlamına gelmez."

"Bu imkansız -"

"İmkansız diye bir şey yoktur Doktor. Bunu o tapınakta fark etmiş olmalısınız," diye yeniden bölüyorsun sözünü.

"Bunu ne zaman fark etmiş olabilirsin ki?"

"Zaman, Doktor. Zaman ikimiz içinde farklı ilerliyor değil mi? Merak etmeyin. Zaman taşınızı çalmadım sadece insanın uyumadan, yemek yemeden, su içmeden, yıkanmadan ya da herhangi bir işle uğraşmadan geçirebileceği yirmi dört saati tam verimli geçirdim diyelim."

"Neredesin," diye yeniden soruyor Doktor.

"Orada mutfak masasında oturuyorum," diyorsun. "Burada denizin altında sizinle konuşuyorum. Nerede olduğumun artık bir önemi yok çünkü ben hiçbir yerde değilim."

"Yanlış anlama ama tehlikelisin ve-"

"Ve her an patlayıp dünyayı yok edebilirim, biliyorum. Bunu kontrol altında tutmaya çalışıyorum Doktor."

"Hayır. Ben daha büyük bir tehlikeyi kastediyorum. Şimdi buraya gel. Ruhunla birlikte." İçinde tuttuğun bunca güce rağmen senden tehlikeli ne olabilir diye düşünüyorsun. Merakın uzun zaman sonra ufak bir ışıltı bahşediyor sana ve derin sulardaki karanlığa. Yavaş gitmek istemiyorsun, hayır. Gözlerini kapatıyorsun ve derin bir nefes alıyorsun. Ruhun hızlıca denizden çıkıp uçurumun içine geçiyor. O kadar hızlı hareket ediyorsun ki ikinci bir göz kırpmasında bedeninde oluyorsun. Gerçek bedenin Doktor'a bakıyor halde. Onu bozmuyorsun sadece ruhunun bedenine alışabilmesi için birkaç kez göz kırpıyorsun. Etraf sakin görünüyor. Tabii az önce ufak bir tartışma çıktığını saç diplerini etkileyen elektrikten anlıyorsun. Ortamdaki havayı ciğerlerine soluyorsun ve sesin asla yok olmayan bir enerji olmasına şükrediyorsun. Hava ciğerlerine ses ise kulaklarına geliyor. Thanos'tan bahsettiklerini duyuyorsun. Mor ve kötü bir adamdan. Bir insanın mor olmasına rağmen nasıl kötü olduğuna anlam veremiyorsun.

Maden (Bir Marvel Kurgusu)Where stories live. Discover now