01:00

4.4K 259 603
                                    

Bu kitap Attack On Titan'ın mangası/ animesi ile aynı gitmemektedir, sadece bir takım sahneler aynıdır. Onun dışında kurgu tamamen farklıdır.

Medyayı Açamayanlar İçin Bölüm Müziği: Fleurie- Hurricane

//

Siktir.

Siktir, siktir, siktir.

Böyle olmaması gerekiyordu.

Benim burada ne işim vardı?

Atımı hızla sürmeye devam ederken sorular teker teker gözlerimin önünden geçiyordu.

Oradaki her bir hata, burada bir canın son bulmasına sebep oluyordu ve siktir.

Ben neden buradaydım?

En son on beş yaşımda buradaydım, kaçtığım zamandan bu zamana kadar bir daha asla buraya gelmemiştim.

On sene geçmişti, koca bir on sene ve ben geçen her saniye de vicdan azabının ateşinde yanmıştım.

Şu an ise, kül olmuş ruhumu ona götürüyordum.

En büyük korkum oydu, onun tepkileriydi. Benden nefret etse yine ağzımı açamazdım, hakkım yoktu.

Komutan Erwin Smith, beni titanlara yedirse yine bir şey yapamazdım.

Etrafta dolaşan insanlar hızla koşan atımı gördükçe kenara çekiliyordu ve anlamsız bakışlarını atıyorlardı, tanıdık binaya yaklaşmıştım bile.

"İçeri girince bu kulaklıktan kurtul, yok et! Anlaşıldı mı asker Rosé? " Görebilecekmiş gibi kafamı salladım.

"Anlaşıldı." Tellerle çevrili olan binanın kapısında güvenlik amaçlı at üstünde iki tane asker duruyordu, onlara yaklaşan atımı görünce hızla aşağı indiler ve teçhizatlarından kılıçlarını çıkarıp bana doğru doğrulttular.

"Orada dur, hanımefendi!" Sarı saçlı ve kahverengi gözlü, yaşının otuzlarında olduğunu tahmin ettiğim asker bana doğru bağırdı. Atımı kendime doğru çektim ve yavaşlamasını sağladım, durduktan sonra aşağı doğru atladım ve onlara yaklaştım. Ben onlara doğru yaklaştıkça kılıçlarını iyice yukarı doğru kaldırdılar, durdum.

"Komutan Erwin Smith ile konuşmam gerek!" dedim sesimi olabildiğince ciddi tutmaya çalışarak, sarışın askerin yanında duran diğer asker bana yaklaştı ve çenemden tuttu. Suratımı suratına yaklaştırırken aramızda boy farkı olduğu için parmak ucunda durmak zorunda kaldım.

"Kimsin sen lan! Çabuk açıkla." Yutkundum ve kötü kokan ağzına yüz ekşitmemeye çalıştım.

"Ben Rosé Pluviam, böyle söyleseniz yeter!" Adam kaşlarını çattı ve beni yere fırlatır gibi çenemi bıraktı, kafam yana düşerken hemen toparlandım ve diğer askere baktım. Hâlâ savunma pozisyonundaydı, oysaki buraya kimseyle savaşmaya gelmemiştim.

Dakikalar birbirini kovalarken sıkıntıyla ofladım, ağırlığımı sağ ayağıma doğru verirken kollarımı göğsümde birleştirdim. Daha ne kadar beklemem gerekiyordu?

Birkaç dakika daha geçtikten sonra karşımda duran askerde benim gibi sıkıntıyla ofladı ve kılıcını teçhizatına geri soktu, ağaç olmuştum şurada!

"İsmi bir yerden tanıdık geliyor ama, sadece kendisi hakkında bu bilgiyi mi verdi?.." Tellerin arasından gelen bu ses, içimi kıpır kıpır etti.

Onun erkeksi ve ciddi sesi hiç değişmemiş.

O buraya doğru askerle konuşarak yaklaştığında gözlerimiz buluştu, o gözler şaşkınlıkla büyüdü ve yürümeyi bıraktı. Ağzı oynadı ama sesi buraya gelmedi, yine de ne dediğini biliyordum.

l o s t i n y o u r m i n d/ levi ackermanWhere stories live. Discover now