BİRİNCİ SEANS

854 49 8
                                    

Biliyor musunuz, doktor, geri döndüğümden beri beni tedavi eden ilk deli doktoru siz değilsiniz. Eve geri dönmemin hemen ardından ailemin önerdiği doktor cidden akıl almaz biriydi. Adam resmen kim olduğumu biliyormuş gibi davranmaya çalıştı ama hiç inandırıcı değildi... Bunu bilmemek için kör ve sağır olmak gerek. Yani, ne vakit arkamı dönsem, kameralı gerzeğin teki çalılıkların arasından önüme fırlıyor. Bu berbat olaylar meydana gelmeden öncesi mi?

Dünyanın büyük bir kısmı bırakın Seul'ü, Güney koreyi bile duymamış. Şimdi birisine buradan söz etseniz, bahse girerim ki ağızdan çıkacak ilk şey "Sehun orada kaçırılmamış mıydı?" olur.
Adamın muayenesi bile insanın keyfini kaçırıyordu: Siyah deri koltuklar, plastik bitkiler ve krom bir masa. Aferin dostum, hastalarını rahat ettirmek için elinden geleni yapmışsın. Tabii, masadaki herşey kusursuz bir biçimde yan yana dizilmişti. Muayenesinde çarpık çurpuk olan tek şey vardı o da adamın dişleriydi. Bana kalırsa, masasına her şeyi güzelce dizen ama dişlerini yaptırmayan bir adamın bir sorunu var demektir.

Bana her şeyden önce annemi sordu, sonra da ciddi ciddi pastel boyalarla bir resim defteri verip hislerimin rengini çizmemi istedi. Ona dalga geçiyor olmalısın dediğimde, hislerime gem vurduğumu ve "süreci kucaklamam" gerektiğini söyledi. Bu sürecin çoğunu da onu mu, yoksa kendimi mi öldürsem diye düşünerek geçirdim.

Dolayısıyla tekrar bu terapi işini denemem Aralık ayını buldu, yani eve geri dönüşümden dört ay sonrasını. Neredeyse kafamın bozuk kalmasına razı olacaktım, ama hayatımın geri kalanını böyle hissederek yaşamak... Websitenizdeki yazı bir kafa doktoru için fazla komik sayılırdı ve bende hoş bir izlenim uyandırdınız... Dişleriniz güzelmiş bu arada. Daha da iyisi, abuk sabuk bir sürü belgeniz yok. Ben en iyi doktoru istemiyorum. Bu, sadece daha büyük bir ego ve daha kabarık bir fatura demek. Buraya gelebilmek için bir buçuk saat araba sürmek benim için sorun olmuyor. Seul'den uzaklaştığıma seviniyorum. Hem şu ana dek arabamın arka koltuğunda saklanan gazateciler de görmedim.

Yanlış anlamayın fakat bir büyükanne gibi görünmeniz ve not tutmak yerine örgü örmeniz gerektiği izlenimini uyandırmanız, benim burada olmaktan hoşlanmadığım anlamına gelmiyor. Hem size Kyungsoo diye hitap etmemi söylemiştiniz ya? Neden bunu istediğinizi bilmiyorum, ama bir tahminde bulunayım. İlk isminizi bildiğim için, arkadaşınız gibi hissetmem gerek. Yani, sizinle konuşmak bir yana, size hatırlamak bile istemediğim şeyleri anlatmamın da sorun olmaması gerek.

Pardon ama size arkadaşım olun diye para ödemiyorum. O yüzden, sizin için de bir sakıncası yoksa size Doktor demeye devam edeceğim.
Burada açık ve net konuşmak daha iyi olacağından, bu zevkli yolculuğa başlamadan önce birkaç kural koymamız gerektiğini düşünüyorum. Bu işi yapacaksak benim kurallarıma göre yapacağız. Yani, soru sormayacaksınız. Küçücük sinsi bir "Şu şu olduğunda kendini nasıl hissetmiştin?" gibi bir soru bile sormayacaksınız. Size her şeyi en başından anlatacağım, sonra da sizin mecburen konuşmak zorunda olduğunuz zaman sözü size bırakacağım.
Ha, belki merak ediyorsunuzdur. Hayır, her zaman böyle şirret birisi değildim.

***

Ağustos ayının o ilk Pazar sabahı bişon çuha cinsi köpeğim Vivi kulağıma horlarken, yatakta her zamankinden biraz fazla oyalandım. Tembellik etmek için kendime ayıracak vaktim olmuyordu. O ay yeni romanım için çılgınlar gibi çalışıyordum. Editörlerden biri Cuma günü beni aramış ve romanıma ilgi duyduğunu söyleyip, birkaç güne bana döneceğini söylemişti. Büyük bir işi kapmaya o kadar yaklaşmıştım ki şampanyanın tadını bile damağımda hissedebiliyordum. Bir düğünde şampanyanın tadına bakıp doğrudan biraya geçmiştim. Kırmızı bir takım elbisenin içinde kutudan bira içen bir adam kadar hoş bir manzara olamazdı herhalde. Neyse, bu anlaşmanın beni iyi bir yazara dönüştüreceğine emindim. Hani, suyun şaraba dönüşmesi gibi. Benim durumumda, bira şampanyaya dönüşecekti.

Obsesif//SekaiTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon