ON DOKUZUNCU SEANS

197 20 2
                                    

Umarım bu hafta kendinizi daha iyi hissediyorsunuzdur, doktor. Sanınım, son seansımızı iptal ettiniz diye başınıza ekşiyemem. Hele ki soğuk algınlığınızı size muhtemelen ben geçirmişken.




Bana gelince, birçok konuda kendimi çok daha iyi hissediyorum. Bir kere, polisler hafta başında aradılar ve mahalledeki evlere girip çıkan adamı yakaladıklarını söylediler. Evet, sadece serserinin biriymiş. Ayrıca, sizi son gördüğümden beri dolapta uyumadığımı duymak da sizi mutlu eder sanırım.




Geceleri banyo yapmayıda kestim. Artık bacaklarımı duşta tıraş edebiliyorum. Saçlarımı da iki kere yıkayıp krem sürmem gerekmiyor. Çoğu zaman derin derin nefes almadan çişimi yapabiliyorum ve ihtiyaç duyduğumda yemek yiyebiliyorum. Bazen kurallarından birini çiğnediğimde, Kai'ın sesini bile duymuyorum. Beni rahatsız edip duran şey, Kai da bulunan şu aptal fotoğraf.
Hani, şu daha eski olan.





Eve geri döndüğümden beri bunu pek düşünmemiştim, çok şey olup bitiyordu. Ama geçenlerde size anlattıktan sonra, dağdan eve getirdiğim şeylerin olduğu kutuda buldum. Hırsız evimden mutlaka bir şey almış olmalı diye çılgınlar gibi evi karıştırırken buldum.




Çalıştığım  ofisde çalışma alanları bölmelerle ayrılmıştı. Masamın üstündeki mantar panoya bir sürü fotoğraf iliştirmiştim. Belki de Kai fotoğrafı oradan almıştır diye düşünmüştüm. Bir roman aradığını söylemişse, orada çalışan herhangi birisi onu içeri almış olabilirdi. Beni ilk orada da görmüş olabilirdi. Ama neden ofiste tek başıma çekilmiş bir fotoğrafım vardı? Neden bunu anlamaya çalışırken çıldırma noktasına geliyordum?




Artık bir önemi de kalmadı. Lanet olsun. Bazen zihnimin takıntı haline getireceği şeyler aradığımı düşünüyorum. Bir grup çocuğu yatağa yatırmaya çalışmak gibi. Bir endişe bitiyor, bir diğeri ortaya çıkıveriyor. Bu hafta, eskiden olsa Taemin ile birlikte Luhan'ın ziyaretinin her dakikasını nasıl inceleyeceğimizi, sahne sahne yorumlayacağımızı düşündüm ve onu özlediğimi fark ettim.






O listeyi yaptıktan sonra nasıl rahatladığımı ve Luhan'la karşılaştıktan sonra kendimle ne kadar gurur duyduğumu hatırlayarak, fikir değiştirmeden hemen onu aradım. "Buyurun, ben Taemin."
"Selam, benim."
"Sehun! Bir dakika..."





Taemin'nin geri planda birisine bir şey söylediğini duydum, sonra tekrar telefona döndü.
"Pardon, Sehun, çok telaşlı bir sabah, ama aradığına çok sevindim."
"Kahretsin, bugün tur günün, değil mi? Sonra aramamı ister misin?"
"Kesinlikle hayır, beyefendi. Seni öyle kolay kolay bırakmam. Telefon etmeni uzun süredir bekliyordum."




İkimiz de sustuk. Ondan ve herkesten neden uzak kaldığımı nasıl açıklayacağımı bilemeden "Eee... Nasılsın?" dedim.
"Ben mi? Bildiğin gibi."
"Ya Minho?"
"Gayet iyi, gayet iyi. Bizi bilirsin. Pek bir şey değişmez. Asıl sen nasılsın?"
"İyiyim, sanırım..."
Onunla paylaşabileceğim hayatımla ilgili ilginç bir şey düşünmeye çalıştım.





"Luhan'a muhasebe işlerinde yardımcı oluyorum."
"Demek tekrar görüşmeye başladınız."
O komik Japon aksanıyla konuşmuştu. "Vay vay vay, ne güzel bir haber."
"Öyle değil... İş sadece," dedim istediğimden de hızlı bir şekilde.
Bana-numara-yapamazsın der gibi güldü ve "Peki, öyle diyorsan öyledir," dedi.






"Bu arada, annen nasıl? Geçen gün, onu ve Kris'i kasaba merkezinde gördüm ve biraz... Şey..."
"Sinirli miydi? Son günlerde, nedense öyle. Ama birkaç hafta önce bana fotoğraf albümümü ve babamla Xiumin'nin hiç görmediğim fotoğraflarını getirmek için geldi. Çok şaşırdım."
"Seni kaybettiğini sanıyordu... Bence hâlâ olanları kabullenmeye çalışıyor."
"Evet."
Bu konuya girmek istemediğimden, "Bugünlerde evim ne kadar para eder diye merak ediyordum," dedim.
"Neden? Satmayı düşünmüyorsun, değil mi?"



Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now