İKİNCİ SEANS

387 32 11
                                    

Buraya gelirken, arkamdan sirenleri acı acı çalan bir ambulans geldi. Sürücü herhalde hız sınırını aşmıştı. Neredeyse bir kalp krizi geçirecektim. Sirenlerden nefret ederim. Ödümü koparmasalar bile ki bugünlerde koparıyorlar, beni ailevi olaylara geri götürüyorlar. Chihuahualar bile dehşete kapılmış halimden daha dengelidir herhalde. Kalp krizi geçirmeyi tercih ederim doğrusu.


Bu ambulans düşmanlığının ardında ne tür gizli anlamlar olabilir ve şimdi ona nasıl akıl verebilirim diye düşünmeden bir durun derim. Daha başımdan geçen berbat olayları yeni eşelemeye başladık. Umarım büyükçe bir küreğiniz vardır.


On iki yaşındayken, babam Xiumin hyungu buz pateni antrenmanı yaptığı pistten alacaktı... Bu, annemin Fransız mutfağına merak sardığı dönemdi. Biz beklerken, o Fransız usulü soğan çorbası yapardı. Çocukluk anılarımın büyük bir kısmı annemin o zamanlar heveslenip pişirdiği yemeklerin kokusuyla ve tatlarıyla bezeli. Bazı yiyecekleri yeme becerim de bu anılara bağlı. Mesela, Fransız usulu soğan çorbasını içemiyorum, hatta kokusuna bile tahammül edemiyorum.


O gece, ambulans evimizin önünden geçerken siren seslerini bastırmak için izlediğim programın sesini açtım. Daha sonradan, sirenlerin Xiumin hyungla babam için çaldığını öğrendim.
Eve dönüş yolunda babam bir markete uğramıştı ve kavşağa girdikleri esnada sarhoş bir sürücü kırmızı ışıkta geçip onlara tam karşıdan vurmuştu. O aşağılık herif steyşın vagon arabamızı kullanılmış bir kağıt mendile çevirmişti. Senelerce şunu düşündüm: Acaba babama eve tatlı olarak dondurma getirmesini söylememiş olsaydım, hâlâ hayatta olurlar mıydı? Hayatıma ancak ölümlerini tecrübe edebileceğim en kötü şey olduğunu düşünerek devam edebildim. Yanılmışım.




***

Bacağıma yediğim iğne yüzünden bayılmadan önce, iki şeyi hatırlıyorum: Suratıma sürtünen kalın battaniye ve hafif bir parfüm kokusu.
Uyandığımda neden Vivi yanımda yok diye düşündüm. Sonra, gözlerimi açtım ve bembeyaz bir yastık kılıfı gördüm. Benimkiler sarı renkteydi


Öylesine hızla doğruldum ki, neredeyse bayılacaktım. Başım döndü, midemin bulandığını hissettim. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, tek bir ses duymak için kulak kesilmis halde etrafıma bakındım. Ahşap bir kulübedeydim. Yaklaşık altmış metrekarelik bir odaydı ve büyük bir kısmını yataktan görebiliyordum.


Adam orada değildi. Bu rahatlama hissi sadece birkaç saniye sürdü. Orada değilse neredeydi?
Bir mutfak alanının bir kısmını görebiliyordum. Önümde ahşap bir tezgah ve ocak vardı, hemen solundaysa bir kapı. Gece vakti olduğunu düşündüm, ama emin olamadım. Yatağın sağ tarafındaki iki pencerenin ya panjuru kapalıydı ya da dışından tahtalarla kapatılmıştı. Birkaç tavan lambası yanıyordu ve bir diğer lamba da yatağımın ardındaki duvara monte edilmişti.



Aklıma gelen ilk şey, derhal mutfağa dalıp silah olarak kullanabileceğim bir şey aramak oldu. Ama bana ne iğnesi yaptıysa, etkisi henüz geçmemişti. Bacaklarım birden pelteleşti ve yere çakıldım. Birkaç dakika öylece bekledim, sonra sürünerek ayağa kalktım. Çoğu çekmecenin ve dolabın kapaklarının üstünde asma kilitler vardı. Buzdolabının bile bir asma kilidi vardı. Bedenimi tezgaha yaslayıp, açabildiğim tek çekmeceyi karıştırmaya koyuldum ama bir el havlusundan daha ölümcül bir şey bulamadım.


İçime birkaç derin nefes çekip, nerede olduğuma dair ipucu aradım.
Kol saatim kayıptı ve içeride duvar saatleri veya pencereler yoktu. Günün hangi vakti olduğunu tahmin bile edemiyordum. Evimden ne kadar uzakta olduğumu da bilmiyordum, çünkü ne kadar süre baygın kaldığımdan emin değildim.
Başım birisi mengeneyle sıkıyormuş gibi zonkluyordu. Yatakla duvar arasındaki en uç köşeye gidip, başımı bastırabildiğim kadar bastırdım ve yere baktım.


Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now