YİRMİ BEŞİNCİ SEANS

185 21 28
                                    


Gazeteleri görmüşsünüzdür herhalde... Yine, manşetlerdeyim. Son seansımızdan eve dönene dek annemi düşündüm. Zaman zaman bir kaltak gibi davranabiliyor, çoğu zaman bencil davranıyor ve kesinlikle her şeyin onunla ilgili olmasını istiyor, ama bu olayı gerçekleştirmesi mümkün mü?

Dün gece eve vardığımda, Luhan'ın bir sesli mesaj bıraktığını fark ettim. Tabii, doğrudan "Ne cehennemdesin?" demeyecek kadar nazik. Eve geri döndüğümde onu aramamı rica etmiş. Geri aramadım... Ne diyeceğimi bilemedim.

O gece, dolabıma girdim ve annemi düşündüm. Yixing henüz aramamıştı. Annemin televizyonun önünde sigara ve içki içtiğini, işlerin boka sardığından ve başının derde gireceğinden habersiz oturduğunu hayal ettim. Kendimi ne kadar incinmiş ve ihanete uğramış hissetsem de, hiçbir şeyden haberinin olmaması hoşuma gitmedi. Sonra, beni kitabım için editörü ziyaret ettiğim gün aradığını hatırladım. Beni bir kapuçino makinesi yüzünden suçlu hissettirirken, eski bir sabıkalının birkaç saat sonra beni kaçıracağını biliyordu. İkinci kaçırma girişiminden sonra bana bakmasından söz etmiyorum bile... Sevildiğimi hissetmiştim, ama her şey önceden ayarlanmıştı. O anda, sorguyu izlemem gerektiğine karar verdim. Annemin bunu bana neden yaptığını kendi kulaklarımla duymalıydım.


Ertesi gün, Yixing saat on gibi aradı. O sabah erkenden annemin banka kayıtları ellerine ulaşmıştı. Her şey Kris'in ifadesine uyuyordu ve pembe renkli saç lastiklerinin de aynı boyayla boyandığını teyit etmişlerdi. Annem tutuklanmıştı. Treyler parkını fena karıştırmış olmalıydılar. Ben oraya varana dek, onu karakolda bekletiyorlardı. Oraya varmam uzun sürmedi ama giderken içimden dönüp kaçmak geldi. Karakola varana ve Yixing bana ceketini verene dek titrediğimi fark etmedim. Ceketi hâlâ ılıktı ve onun gibi kokuyordu. Keşke kendimi ceketine sarıp ortadan kaybolabilseydim diye düşündüm.


Annemi tuttukları ufak odanın dışında durdum ve diğer tarafında ayna olduğunu tahmin ettiğim bir pencereden ona baktım. Yanımda birkaç polis memuru daha vardı. İçlerinden biriyle göz göze geldiğimde, adam başını eğdi ve ayakkabılarına baktı. Annem sandalyenin ucuna oturmuş, ellerini kalçalarının altına sıkıştırmıştı ve ayakları yere tam değmiyordu. Yüzündeki hafif makyajı dağılmıştı, muhtemelen dünkü makyajıydı ve tepeden topladığı kısa saçları dağılmıştı. Sonra, bir şey gördüm. Tek gözkapağı diğerinden daha aşağıda duruyordu. Çok sarhoş değildi, ama kesinlikle sabah portakal suyuna votka katmıştı.


Yixing odaya girdi ve yanımda durdu. "İdare edebilecek misin?" diye sordu. Elini omzuma koydu. Elinin ağırlığı sağlam ve ılıktı.

"Bunun ne anlamı var? Kanıtlar elinizde."

"Asla yeteri kadar kanıt yoktur. Emin olduğumuz birçok davanın baş aşağı gittiğini çok gördüm. Bu işe karıştığını itirat etmesi daha iyi olur."

"Onu kim sorguya çekecek?"

"Ben."
Gözleri parıldadı. Bir at olsaydı, yerinde duramazdı herhalde. Annem Yixing'in içeri girdiğini görünce sevindi. Midemin gerildiğini hissettim. Yixing ona ses ve görüntü kayıtlarının alındığını söyleyerek başladı. Annem hemen kameraya gülümsedi. Sonra, ondan ismini, adresini ve tarihi yüksek sesle söylemesini istedi. Tarihi mutlaka söyletmesi gerekiyordu. Bunlar tamamlandıktan sonra "Bugün sizi buraya getiren polis memurları size temel haklarınızı söyledi ve uyardı, ama bir kez daha bizimle konuşmadan önce yasal tavsiye alma hakkınızın bulunduğunu söylemek isterim. Bana hiçbir şey söylemek zorunda değilsiniz, ve söyleyeceğiniz her şey mahkemede kullanılabilir."
Annem başını salladı.


"Çok saçma... Kimi kaçırmışım ki?" Yixing kaşını kaldırdı.

"Oğlunuzu."

"Sehun kaçırılmadı. Bir adam onu aldı." Anneme kaçırılmanın hukuki tanımını açıklamanın nafile olacağını gören Yixing devam etti. Ona hak vermeden edemedim.

Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now