ALTINCI SEANS

303 27 5
                                    

Dün bir süre kilisede oturdum. Dua etmek için değil... Dindar değilimdir. Sadece sessiz bir yerde oturabilmek için bunu yaptım. Kaçırılmadan önce, o kiliseyi fark etmeden önünden bin kere geçmiş olmalıyım. Öyle pek kiliseye sürekli giden bir aile sayılmayız; annemle üvey babam genellikle bir Pazar sabahı dinlerini uyuyarak geçirirler. Ama son birkaç aydır birkaç kez kiliseye gittim.

Gittiğim yer eski bir kilise ve bir müze gibi kokuyor... Ama iyi anlamda, başından bir sürü şey geçmiş ve hâlâ ayakta kalmış izlenimi veriyor. Şu mozaikli camlar da beni heyecanlandırıyor. Size en derin hislerimi anlatacak olsam, tüm o kırık parçaların bir araya getirilip öylesine güzel bir şey oluşturması fikrinin beni çok etkilediğini söyleyebilirdim. Neyse ki o kadar derin bir insan değilim. Tanrım, teşekkürler, kilise genellikle boş. Ama içeride birisi olsa bile, ne kimse benimle konuşuyor, ne de birileri benim olduğum yöne bakıyor. Gerçi kimseyle göz göze gelmiyorum, O ayrı konu.

***


Kai beni bayıltana kadar dövdükten sonra kendime ilk geldiğimde, bedenimin tamamı ağrıyordu. Etrafıma bakabilmek için başımı çevirmem uzun bir süre aldı. Midem bulandı.
Her nefes alışımda, göğsümün sağ tarafı ağrıyordu.

Bir gözüm tamamıyla kapanmıştı, diğer gözümse bulanık görüyordu, ama hatları seçebiliyordum.
Kai görünürde yoktu. Ya yerde uyuyordu, ya da dışardaydı. Kıpırdamadan yattım. Tuvalete gitmem gerekiyordu ama o kadar uzağa gidebileceğimden bile emin değildim. Dahası, vakitsizce çişe gittim diye beni yakalamasını istemiyordum.



Sonra, yine bayılmış olmalıyım, çünkü Luhan ve köpeklerimizle kumsalda koştuğumuz bir rüyadan uyanana dek olanları hatırlamıyorum. Nerede olduğumu hatırlayınca, ağlamaya başladım. Mesanem yanıyordu...
Biraz daha beklersem, yatağa işeyecektim. Onu en çok neyin kızdıracağını bir tek Tanrı biliyordu.


O elbiseyi bir daha giymem mümkün değildi. Çırılçıplak banyoya kadar süründüm. Birkaç saniyede bir durdum ve gözlerimin önündeki kara beneklerin yok olmasını bekledim. Sonra, birkaç santim daha süründüm ve sürekli olarak inledim.


Görse çok hoşuna giderdi.
İçeri girebilir diye tuvaleti kullanmaktan korktuğumdan, küvetin su boşaltma deliğine çömeldim ve içime canımı yakmayacak kadar nefes çekerek orada ölmemek için dualar ettim.



Nihayet, yatağa geri süründüm ve yine sızdım. Başım çatlayacak gibiydi ama geriden gelen bir zonklama vardı. Arka plandan gelen bir sesi andırıyordu. Kai'ın nerede olduğunu hâlâ bilmiyordum ve Taemin'i kaçırdığına dair dehşet verici gönüntüler gözümün önüne geldikçe, Kai'ı doğrudan ona yollayacak kadar ileri gitmediğimi umuyordum.


Ne kadar süre kendime gelip yine bayıldığımı bilmiyordum, ama en azından bir gün o halde olduğumu düşünüyordum. Gücümü biraz toparlayınca, kapıya kadar gidebildim. Hala kilitliydi. Kahretsin.


Başımı musluğun altına eğdim, kan olduğunu düşündüğüm yapış yapış şeyi yıkadım ve kana kana su içtim.
Soğuk su mideme iner inemez, lavaboya eğilip kustum. Başım dönmeden hareket etmeyi başardığımda, tekrar etrafıma bakındım.



Parmaklarım kulübenin her çıkıntısını aradı. Mutfak tezgahının orada dururken, kepenkleri öyle sert tekmeledim ki, bacağımdaki kasları kopardığımı sandım. Ayağım bir iz bile burakmadı. Kötü yaralıydım ve en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyordum. Yine de dağ kulübesinden kaçmayı deniyordum, ama kahrolası yerden kaçacak bir delik yoktu.



Kaç gündür orada olduğumu unutmamak için, yatağı duvardan çektim ve tırnağımı duvarda silik izler bırakana dek batırdım. Banyo duvarındaki ufak delikten içeri ışık geliyorsa, sabah olmalıydı; hava hâlâ karanlıksa, ışık görene dek bekleyip bir iz daha bırakacaktım.



Obsesif//SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin