ON DÖRDÜNCÜ SEANS

234 26 4
                                    

Son birkaç seansı kaçırdığım için özür dilerim ama iptal ettirdiğimde anlayışlı davrandığınız için size minnettarım. Söylemeden edemeyeceğim: Geçen hafta nasıl olduğumu merak edip aramanız beni çok şaşırttı... Akıl doktorlarının böyle incelikli olabileceğini bilmiyordum.





Son seansımızdan sonra, bir süre geri çekilme ihtiyacı hissettim. Sanırım, en sonunda depresyon aşamasına geldim. Daha doğrusu, o bana geldi. Öyle çaktırmadan da gelmedi doğrusu. Hayır, o kaltak birden harekete geçip beni yere devirdi ve bütün ağırlığıyla üstüme oturdu.




Bebeğimin ölümüyle ilgili neler hissettiğimi daha önce hiç anlatmadım... Polisler sadece neler olup bittiğiyle ilgileniyor. Bunu gazetecilerle konuşmayı da reddediyorum. Birçok kişi onunla ilgili soru sormaması gerektiğini biliyor. Sanırım, bazı insanlar hâlâ bir parça hassasiyete sahipler ama arada sırada salak bir gazeteci çizgiyi aşıyor.






Bazen, insanlar bebeğimi sevdiğim hiç akıllarına gelmediği için mi soru sormuyor diye düşünüyorum. Geri döndüğümde annemin evinde kalırken, onun ve Chanyeol dayımın bir öğleden
sonra mutfakta fısıldayarak konuştuklarını duydum. Dayım, bebeğimle ilgili bir şey dedi, annem de "Evet, ölmesi çok üzücü ama sonuç olarak herkes için en iyisi sanırım," dedi. En iyisi mi? İçeri dalıp ona ne kadar yanıldığını söylemek istedim fakat nereden başlayacağımı bile bilemiyordum. Yastıkla kulaklarımı kapattım ve ağlaya ağlaya uyuyakaldım.








İnsanları bebeğimi onun öldürdüğüne ve benim masum kubban olduğuma inandırdığım için kendimi ikiyüzlü hissediyorum çünkü benim hatam yüzünden öldüğünü biliyorum. Evet bunu sizinle telefonda konuştuk. E-postama yolladığınız, hayatta kalanların hissettiği suçlulukla ilgili makale de hoşuma gitti. Mantıklıydı, ama yine de, bunun geçerli olduğu insanlar için ne güzel, diye düşünmeden edemedim. Kaç tane kitap veya makale okursam okuyayım, kendimi onu korumadığım için yargıladım ve cezalandırdım.







Bebeğime sizin önerdiğiniz gibi bir mektup yazmayı da denedim ama not defterimle kalemimi alıp mutfak masasına geçtiğimde gözlerimi boş sayfaya diktim. Birkaç dakika sonra, pencereden erik ağacına baktım, yemliklerinin etrafında uçuşan sinekkuşlarını izledim, sonra tekrar sayfaya baktım.






İlk hamile kaldığımda onun bir canavar olduğunu düşünmem beni mahvetmişti. Karnımdayken bunları hissetmiş miydi? Onunla birlikte geçirdiğim mutlu bir hayatı düşündüm, nasıl öldüğünü aklıma getirmemeye çalıştım ama zihnim işbirliği yapmadı. Sürekli olarak o geceyi düşünüp durdum. Lanet not defteri ve kalem de hâlâ öylece duruyordu.
"Özür dilerim"  demek, hislerimi anlatmaya yetmiyor.





Son seansımızdan sonraki birkaç gün ağlamak dışında pek bir şey yapmadım. Ağlamam için bir şey olması da gerekmedi. Vivi ormanda yürüyüş yaparken, birden öylesine müthiş bir acı hissediyordum ki, iki büklüm oluyordum. Yürüyüşlerimizden birinde, bir bebek ağlamasını andıran bir ses duydum ama patikada sesin geldiği yere bakınca, bir köknar ağacına tünemiş bir karga yavrusu gördüm. Sonra, kendimi birden patikanın ortasında yere çömelmiş, ellerimle toprağı kazarken, gözyaşlarımı toprağa akıtırken, Vivi burnunu boynuma sokup suratımı yalarken buldum.






Acımı geride bırakabilirmiş gibi eve doğru koşmaya başladım. Ayaklarımın toprağa sertçe çarpışı doğru ve güvenli geldi.
Yanımda koşan Vivi'nin tasmasının çıngırağının çıkardığı ses, geçmişte birlikte koşu yaptığımız zamanları hatırlattı. Bu da keyif aldığımı unuttuğum bir şeydi. Artık her gün koşuyorum. Bedenim ter içinde kalana dek koşuyorum; aklımdan geçen tek şey bir sonraki nefesim oluyor.






Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now