YİRMİNCİ SEANS

199 19 3
                                    

Bu hafta sonu gazetedeki haberi gördünüz mü bilmiyorum, doktor, ama o gencin evininin arkasındaki bir barakada çalıntı mallar buldular. Şey, aslında ailesinin evi demeliyim. Neyse, ben de evime girilmesi olayıyla ilgilenen polis memurunu arayıp, bulunan eşyalardan bana ait olanlar var mı diye sordum, ama bana her şeyin sahibinin bulunduğunu söyledi. Sonra, haberde yazan başka bir şey aklıma takıldı: Hırsızlıkların hepsi gece yapılmıştı. Peki, neden bir hırsız, hele ki bir ergen, sırf benim evime girmek için yöntemini değiştirmişti?


Koşuya ne zaman çıktığımı tam olarak biliyordu ve zamanlamasını buna göre ayarlamıştı, ama evden hiçbir şey almamıştı. Kai'ın nasıl beni kaçırmayı planladığını, bunu nasıl  işimin bitmesine yakın, sıcak bir yaz günü işlerin ağır olduğunu bildiği bir zamanda yaptığını düşünmeye başladım.


Kai, kulübeyi ayarlamanın kolay olmadığını söylemişti. Kai'a yardım eden birisi mi vardı? Ya bir ortağı varsa? Bir arkadaşı olabilirdi veya onu öldürdüğüme öfkelenen sapık bir erkek kardeşi olabilirdi.

Evime giren kişinin evden çıktığımı gördüğünü varsayıyordum. Ama ya evde olduğumu düşünüp de girdiyse? Arabam garaj yolundaydı ve vakit henüz çok erkendi. Ama neden bunca zaman sonra gelecekti ki?
Pazartesi günü olana dek, bunu öylesine takıntı haline getirdim ki, Yixing'i arayıp, Kai'ın yardım almış olup olamayacağını sormaya karar verdim.

Bu boktan şey kanser gibi.. İnsan aklına gelen son şeyleri de araştırmazsa, daha büyük bir kansere dönüşüyor. Ama telefonu kapalıydı. Karakolu aradığımda, hafta sonuna kadar izinli olduğunu söylediler. Bana izinli olacağını söylemediğine şaşırdım, çünkü genellikle haftada birkaç kere konuşuyoruz.

Aradığımda hep çok iyi davranıyor ve asla "Sana nasıl yardımcı olabilirim?" gibi aptalca şeyler söylemiyor. Onu neden aradığımdan her zaman emin olamadığım için bu tür şeyler sormaması iyi bir şey.
İlk başlarda, onu aramam bilinçli bir tercih bile değildi. Dünyamdaki her şey kontrolden çıkıyor gibiydi. Telefon elimde olduğunda bile.


Bazen, konuşmayı bile beceremiyordum. İyi ki arayan numaralar görünüyor. Birkaç saniye bekledikten sonra hâlâ bir şey demediysem, yeni bilgiler tükenene dek bana soruşturmanın nasıl gittiğini anlatıyordu. Sonra da kendimi daha iyi hissedene dek komik polisiye öyküler anlatıyor ve kapatıyordu. Hatta bazen hoşça kal bile demiyordu.

Bir gün, onu nihayet rahat bıraktığımda, adamcağız bir silahın nasıl düzgün bir biçimde temizlenmesi gerektiğini bile anlatmak zorunda kaldı. Aradığımda yanıt vermeye devam ettiğine bile inanamıyorum. Konuşmalarımız son birkaç aydır monolog değil, diyalog şeklinde ilerliyor, ama asla kişisel bir şey anlatmıyor ve nedense ben de sormuyorum.
Muntemelen, bu yüzden, özel hayatıyla ilgili bir şey yüzünden izinli. Sanırım, polislerin bile özel hayatı var...



Bağırıp çağırdığım polisler beni birkaç saat boyunca o odada yalnız bıraktılar. Beton duvardaki blokları birkaç kere baştan sayabileceğim kadar uzun bir süre geçti. Ailemi arayıp aramadıklarını, benimle konuşmaya kimin geleceğini merak ettim. Sırt çantamı çıkarıp kucağıma koydum ve sert kumaşı okşadım. Nedense, bunu yapmak beni rahatlatmıştı. O salaklardan hiçbiri bana tuvalete gitmek isteyip istemedigini sormamıştı.
Çişimi tutmaya eğitimli olmam iyi bir şeydi, çünkü kalkıp gitmek aklımın ucundan bile geçmedi.


Nihayet, kapı açıldı ve ciddi ifadeli, koyu renk takımlar giymiş bir adamla bir kadın içeri girdi. Özellikle, adamın takım elbisesi çok şıktı. Kısa ve beyazları daha yoğun olan saçları, bana  otuzun başlarında olduğunu söylüyordu ama suratı onu daha ziyade yirmilerde gösteriyordu. Kesinlikle, bir seksenden daha uzundu ve kare biçimli omuzları ve sırtını dik tutuşundan, boyuyla gurur duyan birisi olduğunu anladım. Sağlam birisi gibi görünüyordu. Sakindi.

Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now