ON ALTINCI SEANS

248 23 24
                                    

Önerinizi düşündüm, doktor, ama ikna olmadım. Kimsenin aslında bana zarar vermeye çalışmadığını biliyorum, hepsi zihnimde. O yüzden, bunu yapabileceğini düşündüğüm herkesin bir listesini yapmam da biraz aptalca. Ama size ne yapacağımı söyleyeceğim. Bir daha kendimi paranoyak hissettiğimde, aklımdan bir liste yapacağım ve bu listeye ekleyecek kimseyi bulamadığımda, kendimi salak gibi hissedeceğim. Böylece, paranoyayı yeneceğim.






Bu arada, taktığınız bu mavi renkli fular gözlerinizi ortaya çıkarmış. Biliyor musunuz, yaşınıza göre şu dik yakalı siyah kazaklarınızla ve uzun dar pantolonunuzla çok şıksınız. Klas bir tarzınız var... Hayır, buna modern demek daha doğru. Yani, giysileriniz söz konusu olduğunda bile, saçmalıklara hayatınızda yer yokmuş gibi bir izlenim yaratıyorsunuz.





Ben hep annemin tam aksine soğuk renkler giyinmişimdir. Annem bir Hollywood Ev adamı gibidir. Ama kişisel alışveriş gurum olan Taemin beni kaçırılmadan önce biraz değiştirmeye çalışıyordu. Zavallı adam bu konuda başarılı olamadı. Genellikle alışverişe çıkmaktan kaçınırdım. Özellikle de onun o sevdiği şık mağazalara gitmezdim. En sevdiğim takımımı tesadüf eseri bir vitrinde görüp, buna mutlaka sahip olmalıyım dediğim bir anda almıştım. Gitmem gereken önemli bir yer olduğunda, doğrudan Taemin'in evine giderdim. Koşturur, dolabından bir şeyler çıkarır,  bir takım elbisenin veya bir rengin bana ne kadar yakıştığını söylerdi. Bunu yapmaya bayılırdı. Ben de birisinin adıma karar vermesine bayılırdım. Ama bana verdiği giysiler konusunda çok cömertti.






Taemin, yeni aldığı giysilerden bir hafta içinde sıkılırdı... Gardırobumun büyük bir kısmı onun sıkılıp bana verdiği giysilerden oluşuyordu. Bu yüzden, dağdan döndükten sonra bana giysiler vermeye çalışmasına neden o kadar kızdığımı hâlâ anlayamıyorum.





Annemin bütün giysilerimi verdiğini öğrenince, mağazadan bir sürü şey aldım. Tanrım, aşırı bol eşofman takımlarını eve getirdiğimde suratındaki ifadeyi görmeliydiniz. Ne renk oldukları bile umurumda değildi. Sadece yumuşak ve ılık tutan şeyler olması önemliydi. Ne kadar bol olursa, o kadar iyiydi.



Kai'ın o çok hoşuna giden süslü püslü elbiselerle dolaşmak beni çok savunmasız hissettirmişti. Şimdiki giyim tarzım için şunu söyleyebilirim: Artık kimse içime ne giydiğimle ilgilenmiyor.





Luhan Pazar sabahı arayıp, buluşmak istediğini söyledi ve köpeklerimizi gezdirmeyi teklif etti. Ağzımdan ilk çıkan sözcük "Hayır!"oldu. Yanıtımı yumuşatmaya, mantıklı veya akla yatkın bir bahane uydurmaya fırsat bulamadan, Luhan restoranda yaptıkları bir aktiviteyle ilgili bir şeyler anlatmaya koyuldu. Onu tekrar görme düşüncesi beni dehşete düşürüyordu.





Ya bana dokunmaya çalışırsa ve yine geri çekilirsem? Üçüncü kez, gözlerindeki hüzünlü ifadeyi görmeye dayanamazdım. Ya bana dokunmaya çalışmazsa? Artık umursamadığı anlamına mı gelirdi? Ona hayır dediğim için, bir daha yürüyüşe çıkmayı teklif edip etmeyeceğini de merak ettim. Bir sonraki sefere kendimi daha cesur hissedip hissetmeyeceğimi bilemiyordum ama sormaya devam etmesini istediğimi biliyordum.







En sonunda kıçımı kaldırıp Vivi'yi yürüyüşe çıkardığımda, Luhan yanımda olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim. Ertesi sabah, kendimi şekilsiz bir eşofmanla gizlemek yerine, Taemin'in aylar önce kapıma bıraktığı giysi kutusunu bodrum katından yukarı çıkardım. Soluk renkli kot ile yeşil renkli kazağı giyip aynada kendime bakana dek, en son ne zaman bu tür şeyler giydiğimi unutmuştum. Daracık ve süslü elbiseler giymek gibi değildi; kot bana kendimi rahat hissettiriyordu, kazak da bol değildi. Ama sırf rengini sevdim ya da kıvrımlarını belli belirsiz gösteriyor diye bir şeyi ne zaman seçtiğimi hatırlayamıyordum.





Obsesif//SekaiWhere stories live. Discover now