2: overthrow

3.8K 425 296
                                    

Saat akşam dörde geliyordu ve çok kısa bir süre sonra mesaim bitecekti. Kafe sahibimiz Min Yoongi oldukça huysuz biri olsa da çalışanlarının hakları konusunda titiz davranan biriydi. Bu konuda ona teşekkür etmeliydim çünkü Hei hastalandığında doktora götürmem gerekiyordu ve birkaç günlük izne ihtiyaç duyuyordum. Kendisi ise bu isteğimi hemen kabul ediyordu. Hei'i ve durumumu bildiği için bana yardımcı olmaya da çalışıyordu ancak ben insanlardan yardım almak konusunda hiç iyi değildim. Hayatım boyunca hep kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerekmişti ve daha önce birinin yardımına ihtiyaç duymamıştım.

Elimdeki bezle masanın üzerini temizledikten sonra dağılmış masayı topladım. Bu sırada diğer iş arkadaşım Lalisa yeni gelen müşterilerle ilgileniyordu. Masanın üzerine kaldırdığım süs eşyalarını koyduğum sırada yeni gelen müşterilerin konuşmasını duydum. "Seni buraya nasıl işe aldılar? Parazitlerin giremeyeceğini bilmiyor muydun?"

Kaşlarımı çattım ve arkamı döndüm. Lalisa ellerini önünde birleştirmiş, kahverengi saçları önüne düşmüştü. Başı eğikti. İnsanlar gerçekten birilerini ezmek, onları alaşağı etmek konusunda uzmandı. Derin bir nefes verdim ve elimdeki son süs eşyasını da yerine koyduktan sonra kafeye gelince giydiğim topukluların üzerinde dönerek Lalisa'nın ilgilendiği masaya ilerledim.

Yanlarına vardığımda Lalisa'nın yutkunduğunu gördüm. Aslında son derece öz güvenli ve cesur bir kızdı ancak iş ırkçlığa bindiğinde ağzını asla açmıyordu. Oysa karşısındakine haddini bildirmek zorundaydı. Yoksa ağacının dalları fırtınaya karşı kırılacaktı.

"Bir sorun mu var?" Lalisa'ya hitaben konuştuğumda masadaki genç erkek atıldı. "Yanındaki kadına bak ve nasıl kadın olunurmuş gör."

İrileştirdiğim gözlerimle beni işaret edip Lalisa'ya ithafen konuşan adama baktım. Daha ne kadar alçalabilirdi ki?

"Sizin ne söylediğinizi kulağınız duyuyor mu?" İstemsizce kendimi tutamadan sinirle konuştuğumda genç adamın baygın bakışları bana döndü. "Bana onu mu savunuyorsun cidden?" Onu derken tükürürmüş gibi konuşmuştu ve böyle devam ederse tüm sakinliğimi kaybedip üzerine atlayacaktım.

"Tanrı, aptallar ya da zekileri yaratırken bile ayrım yapmamış; şimdi sen kim oluyorsun da ırk ayrımı yapıp arkadaşıma hakaret ediyorsun?" Hırlayarak konuştuğumda ellerim yumruk hâlini almıştı. "Jennie.." Lalisa'nın titreyen sesini duyduğumda koluna elimi koyarak onu arkama çektim. Az önce bir aslan gibi kükreyen adam, şimdi karşımda kuzu kesilmişti. İşte insanları sindirmek bu kadar kolaydı. Ya da insanları yüceltmek.

"Sen kiminle nasıl konuşuyorsun?" Gencin yanındaki tiz sesli kız ayağa kalktığında Lalisa arkamda kıpırdandı.

"Ben haddini bilmeyen birine haddini bildiriyorum, hanımefendi. Arkadaşınızın yaptığı hakareti uygun buluyorsanız lütfen kafeyi terk edin." dedim. "Eğer birini de şikâyet etmek istiyorsanız beni edin. Ben iyi insanlara hizmet ediyorum, kötü insanlarla dolu bir yerde işim olmaz."

Dik başlılığım, sivri dilim ve özgüvenim tamamıyla anneme ait bir özellikti. Onun genlerini taşımak sinirlerimi bozsa da onun kızı olduğum beş kilometre öteden belliydi. Ve görüyordum ki Hei de bana benzeyecekti.

Kadın ve arkadaşları suspus olup birbirlerine bakarken içlerinden hiç konuşmayan ayaklandı. Diğerleri de hiçbir şey demeden onu takip etti ve kafeden çıkıp gittiler.

Neyseki kafedeki son müşteriyi de gidenler gelmeden önce göndermiştim. Şimdi kafe boştu ve açıklama yapmam gereken birileri yoktu.

Derin bir nefes verip arkama döndüğümde Lalisa'nın ağlayan suratını gördüm. "Hey, neden ağlıyorsun?" Yanına gidip ellerimi sarsılan omuzlarına koyduğumda eğik başını kaldırdı ve "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Teşekkür ederim, Jennie."

hide under spotlightsWhere stories live. Discover now