SEKİZİNCİ BÖLÜM: ARAYIŞIN ARDINDA|PART İKİ.

124 12 82
                                    

****

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

****

Her arayışın ardında bir gizem saklıydı ve her ruh kendi gizeminin peşinden gitmek için can atardı. Merak dürtüsü canlıların başına gelmiş en iyi ve aynı zamanda en kötü hadiselerden biriydi.

Minba ve Moo ormanın içindeki evden çıkıp şehre birkaç saatte yürüyerek vardı. Şehir iki dik dağın içine inşa edilmişti. Batı ve doğu tarafında iki adet kaya parçası vardı ve o, şehri batı ve doğu bloğuna ayırıyordu. Şehrin içinden akan Teroi Nehri, kaynağını Yuna Dağı'nın eteklerinden alırdı. Kentin içinde canlı yaşamını devam ettirmek adına doğu taraftan gelen kutsal su, Tanrı Okalina'nın doğduğu ve ölümünü sonsuza dek kutsal kıldığı mabedi olarak anıldığından kimse oradaki yaşam kaynağı suya dokunmaya cesaret edemiyordu. Üstelik su normal renginde, ışıltılı gri renkte değil de, kan kırmızısı rengindeydi. Bu suyun kaynağının neresi olduğunu bir türlü bulamamışlardı, bazen geceleri öyle sert dökülürdü ki havzasına; Marim şehri sakinleri gece kalplerini ve gökyüzünü örttüğünde tüy yapımı yastıkları ve yorganlarına sarılarak bu rahatsız edici sesi duymamaya çalışıyordu. Moo, Marim şehrinin merkezine doğru ilerliyordu ve belki de hiç görmediği geleneksel kıyafetleri görmenin vermiş olduğu şaşkınlıkla hayret ediyordu.

"Minba?" Minba çaktırmadan, göz ucuyla ona baktı. "Daha önce, hiç geleneksel bir kenti ziyaret etmemiştim." Minba Moo'nun doğuştan bir şehir kızı olduğunu biliyordu ancak kendisi doğup büyüdüğü küçük, geleneksel kentini her zaman hatırlardı. "Bu tip kentlerde birincil ilişkiler çok daha kuvvetli, üstelik büyük şehirlerin aksine insanlar birbirine çok daha sadık ve saygılı." Dedi, yanlarından geçtikleri yeşil tenli insanın üzerindeki yünle karışık ipek, işlemeli elbiseyi gördüğünde. "Görüyor musun? Genelde işlemeli ve göz doldurucu elbiseler giyiniyorlar..." Tıpkı küçükken kendisininde giyip asla çıkarmak istemedikleri gibi olduğunu düşündü, Minba. Küçük bir kentten (Tıpkı kasabavari olanlardan) çıkıp Hulari'nin merkezine yerleşip yaşamak onu bir dönem için bir hayli zorlamıştı. "Gerçekten Hulari'nin kıyısında köşesinde böyle kentler olduğunu az çok biliyordum fakat hiç ziyaret edememiştim." Minba ayağına takılan küçük, sevimli çakıltaşını kenara ittirerek Marim Çarşı'sının ezbere bildiği yolundan sağ sapağa doğru döndü. Çarşıya yaklaştıkça canlı kalabalığı giderek artıyordu.

Her renkten ten rengine sahipti burası. Büyük şehirlerde genellikle varlıklı beyaz ve turuncu tenli insanlar oturuyordu. Moo, bundan nefret ederdi. Nadiren de olsa Hulari'nin merkezinde başka ten renginde genç canlıları ve aileleri görmek onu çok sevindiriyordu. "Burası tamamen soyut ve özgür gibi..." Simsiyah giyinmiş olmasına rağmen kimsenin ona bakmamasından çıkarmıştı bu sonucu, yine de fikirlerinin topraklarına ektiği tohumlarının filizlenmesine izin verdi. Büyüyecek ve belki de o tohumlarının dikenleri kendisine eziyet edecekti. "Minba?" Moo, çarşıya yaklaşırken gördüğü devasa heykel karşısında küçük dilini yutmak üzereydi ki, son an da toparlanarak sakin durdu. Bu küçük şehrin çarşısına varmalarına çok ama çok az kalmıştı. Şimdilik, çarşıdan önce şehrin büyük meydanına gelmiş olmalılardı. Heykel, tam olarak gökyüzüne uzanıyordu. O kadar yukarıdaydı ki, eflatun rengi gökyüzünün üzerinde yükselen gri yıldızlara kollarıyla uzanmış gibiydi. "Bu... Bu devasa!" Minba gülümsedi, sarı teninin ve gökyüzünün altında parıldayan yanakları kırış kırış olmuştu. "İlk defa görünce ben de senin gibi şaşırmıştım."

BAYAN MOO: KATİLİN PEŞİNDEWhere stories live. Discover now