ON İKİNCİ BÖLÜM: "BÜYÜCÜNÜN AVUCUNDA YANAN EVREN"

84 4 55
                                    

❄️

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

❄️

Biliyordu. Etinden tırnağına, beyninden kalbine, ulaşıp ulaşamadığı tüm yolların nedenini ve çözümünü biliyordu. Bunu bilmek, bildiğini kullanabilmek ve bunu özümseyebilmek kendisine müthiş bir haz veriyordu. Palşin kasabasının çürümüş kokusu gün aydığında burun deliklerinden tüm bedenine her geçen gün yayıldığı gibi yeniden yayıldı, bembeyaz gözlerini tek bir an dahi yummamıştı. İçinde tahmin edilemez bir kin besliyordu ve her nefes alışverişinde bu his kalbinin nefret dolu odacığında büyüyordu. Nereye kadar büyüyeceğini anlamlandıramıyordu. Bu, umurunda da değildi. Acı çektirmek, atalarının günahını alma isteği gözlerini öylesine bürümüştü ki Moo ile uğraşıyor olmak, başka dürtülerini de harekete geçirmeye başlamıştı.

Uzun tırnaklarıyla bulunduğu odanın duvarına yeni bir kelimeyi kazıdı.

"ERROOİ, MOO. ERROOİ."
(Zevk, Moo. Zevk.)

Suratında iğreti bir tebessüm belirivermişti. Kurumuş dudaklarını çatallı diliyle ıslattı. Bugün Moo'nun yanına gitmesi gerekiyordu. Bayan Moo, her ne kadar onun yanında olduğunu anlamayacak gibi olsada bu eğlenceli olacaktı. Kurbanının teninin yanında bulunma ihtiyacını damarlarında çağlayan duygularıyla hissediyordu. Bedenine baktı. İki metreye yakın uzun boyuyla ve geniş, kaslı kütlesiyle kolay kolay gizlenemezdi. Büyük büyücü olmasaydı. Nesiller boyunca yaşayan tek büyücüydü. O kendisinden başka bir büyücünün olmadığını, parmaklarının arasındaki ve zihninin içindeki tek güç kaynağının kendisinde olduğunu sanıyordu. Ona karşı kimse mücadele edemezdi. Beyaz gözlerini kapadı. Odaklanmalı ve kurbanının nerede, nasıl bir durumda olduğunu bulmalıydı. Bu eğlenceli olacaktı. Odaklandı, odaklandı, damarlarının gerginleşip nefes alışverişlerinin hızlandığını hissediyordu. İstediği görüntünün gözlerinin önünde belirmesine çok az kalmıştı. Yanaklarını seven iğreti gülümsemesi genişledi.

"Neredeymiş benim kurbanım." Kahkaha attı. İçinde bulunduğu durumla alay edebiliyordu. Beklediği görüntü birkaç saniye daha odaklandıktan sonra gözlerinin önüne gelmişti. Kaşları çatık bir hal aldı. Ağaçlıktı, fazla ot ve yemişlerin bulunduğu bir atmosferdeydi. Hulari gezegeninin yarısından fazlası ormanlık alanla kaplıydı. Bu yeterli bir ipucu değildi. Gözlerini sımsıkı sıkarak daha fazla yoğunlaştı. Uzun tırnaklarını ince entarisinin üzerine sapladı. Bedeninin hafiflediğini hissetti. Dolgun dudaklarının arasından çıkan buharlar, tıpkı bir buroyei'ye* benzerdi. Son derecede tehlikeli ve ölümcül o canlıya. İkisinin arasındaki tek fark onun bir hayvan olmasıydı.

*Buroyei: Hulari gezegeninin miladından önce ve eski canlıların inanışlarına göre ölümcül bir hayvandır. Sinirlendiğinde küçük, dairesel burnundan ateşe benzer nefesler verir. Dişlerinin her birinin kökünde zehir barındırır. Son derecede ağır hasarlara sebep verdikten sonraysa münasebete girdiği canlıyı çiğ çiğ yer. Gezegenin çeşitli mitolojilerine konuk olmuştur. Ölüm ve acı kavramından başka hiçbir şeyi gözünde canlandıramayan hayvanın bir zamanlar var olup olmadığı ve neslini tükenip tükenmediği belirsizdir.

BAYAN MOO: KATİLİN PEŞİNDEWhere stories live. Discover now