Özel bir bölüm III🌈

96 12 27
                                    

🍒

Dünyanın en berbat pazartesi sabahından herkese merhaba! Öyle kötü, öyle bunaltıcı ve öyle kasvetli bir sabah ki, günüm aymıyor. Cebimde ısrarla çalan telefonum, telefonuma ulaşamayan; bir yığın kitapla dolu ellerim, omuzumdan kayıp kolumda zorla hayata tutunan çantam ve kahve için bas bas bağıran beynimle bir bütün olarak yürüyorum sabahın bu saatinde neden bu denli kalabalık olduğunu anlamadığım sokaklarda. 

Nihayet küçük bir kafe gördüğümde koşar adımlarla gidiyorum dışarıya koyulmuş küçük masa ve sandalyelere doğru ama bu yanlış bir hareket oluyor. Ellerim bu kadar doluyken, önümü zar zor görüyorken ve çantam kolumda sallanıp bacaklarıma dolanıyorken bu kadar hızlı hareket etmeye çalışmak yanlış. 

Aferin Temmuz! Şimdi yerden toplaman gereken bir yığın kitap, kanayan dizin ve çiziklerle dolu ellerin var. Sinirle kalkıp çantamı düzeltiyorum önce, sonrasında kitapları toplayıp kafenin masalarından birine taşıyorum. Telefonum çalmaya devam ediyor. Israrla, yeniden, yeniden ve yeniden...

Nihayet kendimi sandalyeye atıp bir kahve söylüyorum ve sonunda telefonumu cebimden çıkarabiliyorum. Egemen... Beş defa aramış, art arda beş defa. On gündür her gün sadece bir defa arayan, her aramada sadece üç dakika konuşan Egemen beni art arda beş defa aramış. Hayret!

Aramasına geri döndüğümde, telefon yalnızca iki saniye çaldı. "Temmuz! Neredesin Allah aşkına? Kaç defa aradım neden açmıyorsun?"

"Açamadım, kusura bakma. Bir sorun mu var?"

"Seni merak ettim, bir şey oldu sandım. Neredesin?" Sesi endişeliydi.

"Dışarıdayım, iş görüşmesinden çıktım." Aynı hafta içinde altıncı iş görüşmesinden... Her defasında döneceklerini söyleyip asla geri dönüş yapmayan iş yerlerine bir taneyi daha ekledim.

"Nasıl geçti?"

"Aynı. CV bıraktım, bana döneceklerini söylediler. Sen ne yapıyorsun?"

"Çalışıyorum ben de, bildiğin gibi. Bir şeyler yemek için ara vermiştim, sesini duymak istedim." 

Cevap vermek için kahvemi getiren garsonun masadan ayrılmasını beklemeye karar verdim ama garson kahveyi bıraktıktan telaşla konuşmaya başlayınca ben Egemen'e cevap veremedim. "Hanımefendi, iyi misiniz? Diziniz kanıyor. Sanırım eliniz de... Yara bandı ister misiniz? Ya da buz torbası getireyim size, tentürdiyot da lazım olacak sanırım. Bir saniye lütfen, hemen döneceğim."

Ben bir şey söylemeden garson hızla uzaklaştı ve ben Egemen'in iki kat daha fazla endişe barındıran sesini duydum. "Temmuz, ne oluyor? Dizine ne oldu? Eline? İyi misin sen?"

"Önemli bir şey değil, düştüm. İyiyim."

"Nasıl düştün? Neredesin? Konum at, yanına geliyorum."

"Hayır hayır, gerek yok. İşini bölme, yoğunsun zaten. Bir şeyim yok, birkaç sıyrık sadece." Gelmesini çok istiyordum ama ona kızgındım da. 

"Konum at, hemen." 

Ben içten içe sevinen yanımla durumu sessizce kabullenecekken Egemen'in arkasından gelen ses her şeyi yerle bir etti. "Egemen!" diyordu kız Egemen'in ismini ağzındaki bir sakızmışçasına uzatarak, "Bir saattir seni arıyorum. Şimdi çıkmam lazım ama akşam müsaitsen dün yarım kalan dosyaları bitirelim."

"Sen işine dön, sonra konuşuruz." dedim aceleyle. 

"Temmuz bir dakika." 

Aramayı sonlandır. Evet, on gündür nasıl mıydık? İşte böyle. Kahvemi içerken bir yandan da garsonun yardımıyla dizimin kanını temizlemiş yara bandıyla kapatmıştım. Şimdi eve gitmem gerekiyordu ama eve gitmek istemiyordum. Telefonumu elime alıp Elif'e mesaj atmaya karar verdim.

TEMMUZ |TextingWhere stories live. Discover now