~6

94 23 44
                                    


Günüm nasıl daha kötü olabilir ifadesinin kanıtları birer birer karşıma dikiliyordu. Bileğimin sızısına güvenerek çemkirmeye başladım." Yavaş olsana be!"

Bileğimi, diğer elimin avucuna sarıp kaşlarımı çatarak bakıyordum Orkun'a. Kapıdan çıkarken, pardon uçarken, az kalsın ezecekti beni hayvanat! İstifini bozmadan gözlerini kısıp bana baktı. "Ne çemkiriyorsun kulağımın dibinde yer cücesi?"

"Cüce dediğin kız, senden uzun yalnız ."

"Yaa öyle mi?"

"Öyle." dedim ve elimin tersiyle karşımdaki insan görünümlü şeyi ittirmeye çalıştım. "Çekil şuradan."

O esnada bileğime kaydı gözlerim. "Bilekliğim... Bilekliğim yok. Nerede?"

Delirmiş gibi yerlere bakıyordum. "Kaybedemezsin onu Miray. Kaybedemezsin." diye tekrarlıyordum.

O an farkettim ki kantindekilerin de gözleri bizim üstümüzdeydi. Ama benim odaklandığım tek şey bileklikti şu an. Kapının kenarına, geri dönüşüm kutularının etrafına baktıktan sonra elimi alnıma götürdüm strestten.

" Yok işte yok! Hepsi senin yüzünden. Hayvan gibi çarpıyorsun... Bul onu çabuk!" diye bağırarak Orkun 'un üzerine yürüyordum. O sırada kantinin bahçeyle bitişik olan kapısından içeriye Tunç ve Hazal girdi. Onların gelmesi içimi rahatlatmış olsa da hala deli gibi etrafıma bakıyordum. Dolan gözlerime aldırış etmeden onların yanına gittim.

"Miray, ne oluyor, neyin var senin?" diye endişeyle sordu Hazal.
Ama beynim, onun sorusunu idrak edemiyordu. Aklımı, geçmişten gelen kesik kesik sahneler işgal etmişti.
Sadece onların duyabileceği bir şekilde fısıltıyla, daha doğrusu içime kaçan sesimle konuşmaya başladım.

" Bilekliğim yok. Düştü... Onu bulamaz mıyız?"

"Hangi bileklik?"

"Umut 'un bana b-bıraktığı." diyerek cevapladım Tunç' u. Ama kendi sesimi ben bile duyamamıştım. Sonra sesimi yükseltip hala yerinde duran Orkun'a döndüm. "Hepsi şu salağın yüzünden. O çarpınca düştü işte yere. Buralardadır, değil mi Hazal? .. Buradadır tabi, nereye gidecek?"

Onlar da dahil olmak üzere herkes beni izliyordu. Çaresizdim. Umudumu kaybetmiştim. Bana umut vereni kaybetmiştim.
"Tunç... Bulmalıyız." dedim gözümden akan yaşa aldırmadan. Aciz görünmekten utanmıyordum. Çünkü ben acizliğimi kabul ettiğim zamanlar güçlüydüm.

Hazal yanıma yaklaşıp omuzlarımdan tuttu. Tüm samimiyetiyle gözlerime baktı. "Tamam sakin ol. Bulacağız." dedi. Ve benimle birlikte aramaya başladı. Gözlerim Tunç'a kayarken Orkun' a attığı korkunç bakışları ve Orkun 'un pis pis sırıtışlarını görüyordum.  Sonra sesini duydum. "Ne değerliymiş ya bir bileklik. Koskoca Miray Su Yalçın bir bileklik için ağlıyor. Söyle teyzene alsın sana aynısından bir tane."

Aldırış etmiyordum. Ama Tunç' un sıktığı yumrukları patlamak üzereydi, hissediyordum.

Biz bilekliği ararken kantin o kadar sessiz kalmıştı ki sanırsın kimse yok. Oysaki tıklım tıklımdı. Ama herkes tiyatro izler gibi izliyordu bizi.
Bulamadıkça delirmeye başlamıştım sanki. Sürekli bir film şeridi gibi aklıma yaşadığımız sahneler geliyordu.
Artık bulabileceğimizden ümidi kesmişken yere sabit kalmış gözlerim birinin ayaklarının önünde durdu. Ve tam solundaki bilekliğe takılı kaldı. Oradaydı işte. Bulmuştum.
Mutlulukla elimi uzatacağım sırada, sadece bacaklarını görebildiğim kişi benden önce davranıp bilekliği aldı oradan. Bir sandalyenin ayağının kenarındaydı. Sanırım o da görmemişti ben görene kadar.

O bilekliği alıp bana uzatınca kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Bulmuş olmanın sevinci gözümden damla damla düşüyordu.
Karşımdaki... Karşımdaki çocuk çok güzel bakıyordu. Bir süre onun gözlerindeki merhamette kaybolduktan sonra yapmam gerekeni yaptım. "Teşekkür ederim." dedim cılız çıkan sesimle. O ise sadece gülümsemekle yetindi.

Ve bu mutlu anı bozan Orkun oldu."Bak iki saat tantana yaptın. Sonunda buldun işte...Bu sefer kaybetmedin Miray. Sevinmelisin."

Söyledikleri, imaları beni çileden çıkarsa da onu takmıyordum şuan. Ama benden çok takan iki kişi vardı: Elinde her an patlamaya hazır bir bomba bulunduran Tunç ve delici bakışlarıyla Orkun 'a içinden saydırdığını bildiğim Hazal.

Gözlerimdeki yaşları silip bilekliği bileğime taktım ve gitmeye hazırlandım. Ama yine konuştu Allah' ın cezası: "Gözlerin bir yangın yeri Miray. Yanıp duruyor ama hiç kül olmuyor. Ve o kül olmadıkça sen acı çekiyorsun. Oysaki yangınları seviyorsun diye biliyordum."

Orkun 'un sözleri benim beynimden ok gibi geçerken kendini daha fazla tutamayan Tunç, elindeki bombayı Orkun' un yüzüne bıraktı.
Yumruğun acısıyla inleyen Orkun 'a bile bakmamıştım. Yerdeydi bakışlarım, sadece yerde... Aklım ise bambaşka yerde.
Hazal, Tunç' u Orkun 'dan ayırmaya çalışırken Tunç bir yandan da saydırıyordu. "Bir daha onun canını yakacak şeyler söylersen seni gebertirim it! Elimden kimse alamaz seni. Anladın mı, kimse!"

"Yalan mı? Daha ne kadar şımartacaksınız onu? O en yakınlarının bile yangını olur. O umut diye sarıldığı şey var ya, vicdanının kendine yaptığı bir tür kandırma oyunu."

Gözlerimden firar eden yaşların imdadına Hazal koşmuştu. Artık Tunç'u tutmak istemiyordu, biliyordum.
Gözlerime baktı hüzünle.' Sen onu takma ' der gibiydi. Ama ben onu değil kendimi susturamıyordum. Hıçkırıklarım boğazımdan geri kaçıyordu, kalbime vuruyordu.
Daha fazla orada kalamadım ve hızla kantinin kapısından çıktım.

Kendimi bir an önce onun kollarına atmalıydım. Şu hayatta var olma sebebimin, ne olursa olsun beni anlayacağını bildiğim kadının kollarına : Teyzemin kollarına...

                          !!!!

Evet, Orkun 'dan nefret edenleri görelim.

Miray aşkıma acıyanları görelim.

Bilekliği veren çocuğu merak edenleri görelim.

Tunç' a kalp bırakmak isteyenleri görelim.

Hazal'ın Miray 'a kıyamayan kalbini sevenleri görelim.

Yakında göreceğiz hepsini ;-)

  

Ay Işığında Buluşalım|TextingWhere stories live. Discover now