~22

64 18 29
                                    

Medyaya Hazal'ı bıraktım... 🌹
Güzel okumalar...



Çınar, bakışlarımızı fark edince yanımıza doğru gelmeye başlamıştı. Fakat o her yaklaştığında, benim kalbim göğüs kafesime basınç uyguluyor; beni buradan çıkarın diye haykırıyordu.

"Naber kızlar?"

Sesin sahibi Çınar'a döndük ikimiz de.

"İ-iyi." diyebilen Hazal olmuştu.
Çınar önce ona, sonra da bana çevirdi bakışlarını ve çekingen bir tonda :

"Miray, biraz konuşalım mı?" diye sordu. Aynı esnada, Hazal'ın kocaman olan gözlerinin bana çevrilmesi ve benim şaşkınlık nidalarımın boğazımdan öteye geçememesi bir oldu.
Yutkunup başımı salladım ve Hazal'ı geride bırakıp Çınar ile birlikte biraz ilerideki gölün kıyısına ilerledim.
Göl kenarına yaklaşınca Çınar karşımda durdu ve konuşmaya başladı. "Ne söyleyeceğimi tahmin ediyorsundur zaten." dedi.

Ama sorun şu ki, benim tahminimle onun söyleyeceği şey bambaşka da olabilirdi.

"Hayır, bilmiyorum." dedim kendimi hemen ele vermeden önce. Sonuçta ortağın o olduğu düşüncesini kanıtlayacak bir durum henüz yoktu.

"Pekala. Miray, ben aslında senden özür dilemek istiyorum. Yani Hazallarda olanlar için... Üzerine geldim, ama kötü bir niyetim yoktu. Bil isterim."dedi.

O an içimden kocaman bir oh çektim desem yeridir. Ama sadece şuan için bundan emin değildim. Belki de ileride, karşımdaki çocukla 'ortak' muhabbetti yapacaktık. Ya da şimdilik sadece kuruntu yapıyordum.
Aklımdaki düşünceleri yok edip ona samimi bir gülüş bahşettim. "Mert' e de söyledim, bu konuda özür dilemenize gerek yok. Bir oyun oynuyorduk ve siz de kurallarına göre davranıp soru sordunuz." dedim.

Gülüşü derinleşti, gözleri koyulaştı. "Tamam o halde, sorun yok, iyiyiz değil mi?"

"İyiyiz, sorun yok." dedim ve ardından Elvan Hoca'nın sesiyle birlikte hazırlanan uzun sofraya geçtik. Mangal gerçekten çok iyi olmuştu. Kalabalıkla birlikte de güzel gidiyordu.
Keyifli yemeğimizin ardından bazıları derin sohbete dalmış, bazıları kafasını ellerindeki beyin uyuşturan telefon denilen aletteki oyunlara gömmüş, bazıları ise voleybol oynamaya koyulmuştu. Tesadüftür ki, yedi tane kızdık ve beşimiz de voleybol takımındaydık.
Ben ise herkesten apayrı bir dünyada yaşarmışçasına kendimi ilerideki gölün en ücra köşesine çekmiştim.
Güneşin batımında gizlenen o dünyada takılı kalmıştım.

Dizlerimi, iyice karnıma çekerek ellerimi bileklerimden destek alıp birbirine kenetledim. Tüm gücün bileklerimde toplanmasından dolayı, ağırlığımı geriye doğru verip gözlerimi karşıdaki ihtişamlı kızıllığa verdim. Ve o an dedim, "keşke hep bu renkte kalabilse ömrümüz: Günbatımı renginde."

Bilinç akışım karman çorman bir şekilde, metabolizma hızımdan kat be kat fazla ilerlerken, düşüncelerimden beni kurtaran şey, bir ses oldu.

"Günbatımı ha?"

Sadece kafamı sola çevirip ayakta dikilip bana bakan Mert 'e döndüm.

"Evet, neden olmasın?" diye sordum.

O ise bunu cevaplamak yerine, yerdeki çakılları eliyle itekleyip soluma oturdu. Benim gibi dizlerini ellerinden destek alıp karnına doğru çekerken gözleri ufuktaki kızıllığa kaydı.

"Bir yerde okumuştum, insan üzgün olduğu zaman günbatımını çok severmiş. Sen de mi seviyorsun?" dedi.

Bir nevi bana üzgün müsün demişti ama bunun cevabını ben bile bilmiyordum ki.

Ay Işığında Buluşalım|TextingOnde histórias criam vida. Descubra agora