bölüm üç³

638 130 114
                                    

∿

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kaşığımla kesemeyeceğimi bilsem dahi bir çeşit çabaya giriştiğim et parçama karşılık aynı anda kaşığım yanımda oturan Donghyuck tarafından alınmış, havada duran elime hiç kullanılmadığı belli olan bıçağı tutuşturarak masada dönen sohbete kaldığı yerden devam etmişti.

"Koç Kim'e katlanacağıma,
kendimi bir yerlerden aşağı atarım daha iyi."

Yemeklerimiz geldiğinden beri konuşmaları dinlemiyordum. Bu yüzden olsa gerek, tam olarak neyden bahsettiklerini düşünmeye başlamışken konuşma sırasını Donghyuck'tan alan Jinu önünde duran meyve suyuna uzanmıştı.

"Sana sonuna kadar katılıyorum,
ki o adamı üç günde bir görüyorum sadece."

Spor ile ilgili tek alakam sadece izlemekle kaldığından bölemediğim et parçasını elimdeki bıçakla kesmiş ve arada bir onları dinlerken yemeğimi yemeye devam etmiştim.

"Oğlum, şu kıza desene yemek yiyeceğim,"
Donghyuck, Jaemin'in geldiğinden beri aralıksız
bir şekilde ilgilendiği telefonu işaret ederek homurdandı. "Geldiğinden beri telefondasın,
azıcık bize de ilgi göster."

Jaemin, Donghyuck'u onaylayarak bir şeyler mırıldandı ancak daha çok kendi kendine konuşmuş gibi olduğundan ne dediğini anlamadım. Sevgilisi olduğunu bile bilmediğimi sonradan fark etmiştim.

Yaklaşık on beş dakika geçmesine rağmen değişmeyen tek şey Jaemin'nin telefonuyla ilgilenmeye devam etmesiydi. Soğumaya başlamış havanın pek de ulaşamayacağı bir köşede oturduğumuz restoran artık daha fazla kalabalıktı. Chenle, yemek yerken kullandığı elini kırdığı için yemek boyunca masada yer yer zorlanmış ancak kolayca üstesinden gelmiş gibi görünüyordu. Donghyuck'un Jinu ile arası çok iyiydi, bu yüzden masada en çok konuşan onlar oldular; onlara uyum sağlamayı başaran tek kişi de Chenle'ydi.

Ben sadece yemek yemiştim, Jeno ise sadece susmuştu.

Sessizliği tuhaf değildi. Tuhaf olan şey, sadece yemek yerken bile gerili duran yüz kaslarıydı. Sinirliydi, belki de kızgın. Ya da karamsar. Onun hakkında düşündüğüm için istemsizce ona döndü bakışlarım. Göz altları oluşmaya başlamıştı, cildi solgundu. Uykuluydu. Sağlıksız ve dirençsiz gözükse de o kendinden emin sert bakışları asla değişmiyordu. Dikkat çekici giyinmezdi, sessizdi, kimseyi rahatsız etmezdi ancak her zaman aynı bakışları vardı. Derdi hep aynıymış gibiydi, ya da aklında sadece tek bir şey gezinip duruyordu.

Kirli tabaklarımızı toplamak için gelen garson üzerine gözlerimi Jeno'dan ayırdım ve camın ardından kararmaya başlamış havaya diktim. Üşüdüğümü hissettiğimde ellerim dizlerimin üzerinde birbirlerine geçti. Biraz daha kafam dağılmış gibi hissediyordum. Son birkaç haftadır üzerimde gezinen hisleri yok saymaya çabalıyordum ancak pek de başarılı değildim, bu yüzden başkalarıyla yemek yemek ve farklı konulardan bahsetmek iyi gelmişti.

Yutkundum. Üzerimdeki gereksiz kara bulutlar, Chenle'nin konuşmasıyla yok oluvermişti.

"Jeno, nereye bakıyorsun geldiğimizden beri?"

İstemsizce dikkatimi çeken şey üzerine çaprazımda oturan Jeno'ya doğru döndüm, tıpkı diğerleri gibi. Masadakilerin ne olduğunu anlamamış bakışları üzerine Jeno'nun durumunu tek fark edenin Chenle olduğunu anlamış, sessizliğimi korumuştum.

"Her şey yolunda mı Jeno?"

Soran Donghyuck'tu. Kendisine iki kez soru yöneltilmesine rağmen Jeno'nun yüzündeki o bakış değişmedi, önünde çaprazladığı kolları daha da kasılır gibi oldu ve keskin gözlerini uzakta baktığı o yerden yine de ayırmadı.

Dudaklarımı yavaşça ıslattığımda baktığı tarafa, arka çaprazıma doğru, döndüm ve görüş alanıma giren masada bizim okuldan iki çocuğu gördüm: Kim Jihoon ve Mark Lee.

Jihoon, okul basketbol takımının kaptanıydı; Mark ise üst sınıftan olduğunu bildiğim birisiydi. Mark bize arkası dönük oturuyorken Jihoon onun karşısındaydı. Bu yüzden hepimiz sırıtan yüzünü görebiliyorduk, o tarafa baktığımız için daha da geniş sırıtan Jihoon bir anda yavaşça elini kaldırmış ve bize selam vermişti. Neden öyle gülümsediğine dair bir fikrim yoktu, ya da Jeno'nun onlara neden böyle baktığına dair.

Ancak Jihoon'dan haz etmediklerini biliyordum. Jeno, basketbol takımından sebepsizce ayrıldığı gün buna bir gram dahi üzülmeyen ya da sorgulamayan tek kişi oydu. Aksine, buna en çok sevinen tek kişi de oydu.

Tüm takım Jeno'nun geri dönmesini isterken o okulda turlayarak her karşılaştığı kişiye, Jeno gibi "kötü" bir oyuncunun takımlarından gittiği için çok memnun olduğunu anlatıp durmuştu. Jeno'nun kulağına gidene dek bunu devam ettirmişti ve olması gerekenden çok daha farklı bir şekilde bu durumdan Jeno'dan çok arkadaşları rahatsız olmuştu. Jeno'yu savunan Donghyucklar, Jihoon'u susturmak için kelimelerini yeterli göremediklerinde ise aralarında kavga çıkmıştı. İçerisinde Jeno'nun olmadığı ancak Jeno için açılmış o kavga, neyse ki pek büyümeden sonlanmıştı. Evet, Jihoon Jeno'nun umurunda değildi; yani, en azından bu durum hakkında tek bir kelime bile ettiğini duymamıştım.

Ardından, yaklaşık iki hafta önce takım kaptanlığını çok fazla isteyen Donghyuck, kendisi yerine Jihoon'un kaptanlığa seçildiğini öğrendiğinde ise yeni bir kavganın eşiğinden zor dönülmüştü.

Kısacası, şu anda Jihoon'un yüzündeki anlamsız sırıtışla oturduğumuz masayı izleyişi rahatsız olunmayacak gibi görünmüyordu.

"Hay içine,"

Jaemin'in sesi üzerine yavaşça ona döndüm.

"Bunlar bir de peşimizden mi geliyorlar?"

Jaemin sinirle konuştu. Jinu ile göz göze geldiğimiz kısa bir anda ona kayıtsız bir bakış attığımda aniden Jeno'nun hareketlendiğini fark ettim. Gözlerini Jihoon'un oturduğu masadan ayırmadan ayağa kalktığında metal sandalyesinin geriye kayarken çıkardığı ses herkes tarafından duyulan tek şey olmuştu.

"Ben öderim."

Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar yakından işittiğim kalın tonlamasının ardından sandalyesinin arkasına astığı siyah ceketini almış ve kasaya ilerleyen koridorda gözden kaybolana dek tüm gri bulutlarını arkasında bırakmıştı.

[Bir kahramandım belki de,
ancak canımı dahi versem
kurtaramayacağım
tek kişi yine de sendin.]

kurgumuza teşrif eden jihoon
kılıksızından çekeceğimiz var
benden söylemesi
her neyse,
silkeleniyoruz efendiler çünkü
lee jeno iki kelime de
olsa onunda konuştu!!🥶
daha bol bol konuşacak da
neyse-spoi alert...

yorumlarınızı bekliyorum
ağrı dağının eteklerinde uçan
paçalı güvercinlerim benim🤧🤧🤍

sizleri seviyorum

there is a superhero in our school 英雄 jenoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin