15. Bölüm: "İndiamindia"

50 2 0
                                    

"Savrulan yaprak yavaşça konduğunda okyanusa, dalgalar onu sürükledi kıyıya; gökyüzü anlattı hikâyesini yıldızlara."

***

Gökyüzünde uçan bir kuşun zarifçe süzülüşünü izlerken yüzüme yayılan rüzgâr dağılarak saçlarımı dalgalandırdı, gözlerim denizin üstünden santimlerle geçişlerini takip ederken Elena'nın bizi alıp uçurduğu zaman aklıma geldi. O yanımızda olsaydı muhtemelen bu eziyet gibi gelen gemi yolculuğuna hiç katlanmayacaktık, Elena'nın kanatları bizi uçurmaya yetecekti. Kraliçe Millie bizi gün doğmadan birkaç dakika önce kaldırmıştı ve bir şeyler yememiz için masa hazırlanana kadar bize vakit vermişti. Elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı taradıktan sonra kendimi güvertenin ön kısmında bulmuştum, sessizlikle huzur arasında kalan denizin dalgalarının gemiye çarpış sesleri beni rahatlatırken gideceğimiz görev hakkında daha fazla düşünmemiştim ama Kraliçe Millie'nin yaklaştığımızı gösteren hareketleri beni endişelendiriyordu. Orası nasıl bir yerdi ki herkes bizi göndermek istemişti?

Titreyen kollarıma ellerimle sıcaklık dağıtmaya devam ederken Berk'in öğrettiği büyüye tekrar teşekkür ettim çünkü üşüdüğümü hissettiğimde ateş bedenimi yavaşça sarıyor, bana bir battaniyenin altına girmişim hissini yaşatıyordu. Güneşin ışıkları gezegeni aydınlatmayı sürdürüyor, kuşlar uçuyordu; her şey Dünya'yı andırıyordu ama bir o kadar da alakasızdı. Gagaları birkaç santimi geçen, kanatları yarasaları andıran ve bacak boyları leyleklere benzeyen bu kuşlar hızlıydı; güneşin kızıllığı bir türlü gitmek bilmiyordu, cebime yerleştirdiğim telefonda saat sekizi göstermesine rağmen hem de. Yine de etraf aydınlıktı, bulutlar tek tek dizilmişti gökyüzüne, mavi rengini takip eden turuncu rengi güneşe doğru uzanıyordu.

Ellerimden birini kolumdan çekip cebime attım, telefonu çıkartırken gözlerim güzel manzaranın etkisiyle kamaşıyordu ama umursamadan gökyüzüyle denizi bir arada alabilmek için birkaç adım geri gittim. Telefonun kamerasını açarken yüzüme yayılan gülümseme genişledi, dört farklı açıdan bir sürü fotoğraf çekip daha sonra da galerimde gezindim. Kraliçe Millie bize özel telefonlar verdiğini söylemişti, yani internete her gün girebiliyorduk ve ben direkt internetin varlığını araştırmıştım. Karşıma çıkan yüz bin yıllık çalışmalar beni şaşkına çevirirken onlardan da öncesinde internetin var olduğunu öğrenmiştim, Loli'nin internetsiz yaşayamam demesinden bile Dünya'ya kıyasla onların daha uzun süredir bu tür şeylerle iç içe olduğunu bilmem gerektiğini hissettirmişti öğrendiklerim.

Arkama dönüp bizim için hazırlanan masada oturan Berrin'le Berk'e baktım, gülerek bir şeyler izliyorlardı. Onlar Berk'in küçük itirafından sonra biraz tuhaflaşsalar bile Berrin hiçbir şey söylenmemiş gibi davranıyordu, Berk'in de ona uyduğunu görebiliyordum. Adımlarım geminin ön tarafından masanın hazırlandığı havuz kısmına yönelirken yaklaşık yirmi merdiveni dikkatli bir şekilde indim, Kraliçe Millie bize toplamamızın çok önemli olmayacağını söylediği için Berrin'le açık bıraktığımız saçlarımız hafif rüzgârın etkisiyle savruluyordu. Berk'in ikisinin önünde tuttuğu telefonda açık olan videoya gözlerimi sabitleyerek son basamağı indim.

"Ne izliyorsunuz?"

Sorumla ikisi de kısaca bana döndü ama soruma Berk cevap vermişti. "Burada da YouTube'a benzeyen bir platform var, biliyor muydun? Hem de videolar yaklaşık iki yüz bin yıllık." Boğazıma takılan kendi nefesimi hissederken yavaşça öksürdüm, iki yüz bin derken dalga geçtiğini umuyordum.

"Ne diyorsun sen?"

Berrin gülerek arkasına yaslandı. "Bizde Victoria diye bir kızın videolarına bakıyoruz, en eskilerine. Yeniler biraz..." Gözleri Berk'e değdiğinde ikisi de gülmeye başladı. "Neyse, gel sende izle." Yanındaki sandalyeyi çeken Berrin'le ben de oturdum, videoda karşıma çıkan küçük kız elinde tuttuğu kamerasını kendisine odaklamıştı.

SeçilmişlerWhere stories live. Discover now