5. Bölüm: "Yüzleşme"

596 30 11
                                    

“Saniyelere bölünmüş bir geçmişe aittik; her saniye, bize ait şeyleri geçmişe veriyordu.”

***

Masallarda kötü karakterler ya daima kaybederdi, ya da daima kazanırdı; ortası asla olmazdı. İyiler ya hep kaybeden tarafta yer alırdı, ya da her zaman kazanan tarafta; ortası asla olmazdı. Masallar insanları tek taraflı ele alırdı; iyi ya da kötü. Gerçekte insanların sadece iyi ya da kötü olmadığını, ikisi birden olabileceklerini kendi kendime öğrenmiştim. Masalların bu konuda çocukları kandırdığını fark ettiğimde de onları hayatımdan çıkarmaya karar vermiştim çünkü çocukluğumda her zaman kötü kötüydü, iyide iyiydi; ortasını asla bulamamıştım.

Hikâyeler anlatan bir anneye sahip olmaktansa, hiç dinlemediğim masalların gerçek yüzünü anlatan bir anneye sahip olma fikri ilk annem öldüğünde aklıma gelmişti. Oturup bana anlattığı bütün masalları bir deftere yazmış, ardından da iyiyle kötüyü ayırt etmeye çalışmıştım ama o zamandan beri iyi veya kötü olmak beni ilgilendirmiyordu. Yaşadığımız süre boyunca iyi de bizdik, kötü de; fakat şimdi kendi karşımda gerçek bir kötüyü görüyordum: Hayatı.

Berrin’in suskunluğu giderek artarken masaya biraz daha eğilerek dansın koreografisini ezberlemeye çalıştım ama mümkün olduğunu söyleyemezdim. Düşüncelerim sürekli Bebebil denen o kadına, ardından da anneme gidiyordu; bahsettiği parşömenin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu, annemin öyle bir şeye sahip olabileceğini düşünemiyordum bile. Güçler, periler, cadılar... Başımı bir yere gömüp korkmuş deve kuşu gibi bir daha hiç çıkarmamak istiyordum. O kadınla yeniden karşılaşacağıma kendimi bir yerlerden atardım, o bile daha iyi olurdu.

“Berrin,” dedim sıkılmış bir ses tonuyla. Gözlerini pencereden ayırmayan Berrin’in bana bakmasını sağlayamamıştım tabii ki, beklendiği üzere. “Bir şeyler yapalım, ben çok sıkıldım.”

Elimde tuttuğum kalemi çevirerek masanın üzerini doldurduğum sıkıcı ya da sıkıldım yazılarına baktım. Berrin’in canıma okumayacağını bilsem masayı bir kenara bırakıp koreografinin bulunduğu kâğıtlara da yazardım ama aniden yeşil gözlerini üzerime dikip ne yaptığımı sorgularsa başım cidden belaya girerdi. Doğanın güçlerine sahip olduğunu söylediğinden beri merak ettiğim şeyler vardı, mesela kızarsa beni duvara falan uçurabilir miydi? Kemiklerim kırılabilirdi ve bunu gerçekten hiç istemiyordum.

Tekrar, “Berrin...” dediğimde yavaş sayılamayacak bir hızla bana döndü.

“Ne var, Damla?” Daha yeni duymuştu galiba beni, bu tavır da neyin nesiydi?

Somurtarak yazdığım kalemin arkasıyla masayı gösterdim. “Baksana... O kadar çok sıkıldım ki masayı ne hale getirdim... Bir şeyler yapalım, ben gerçekten çok sıkıldım.” Masaya bakan yeşil gözlerini kısıp yazdığım şeyleri inceledi, oldukça yavaş hareket ediyordu şimdi de.

“Damla,” dedi tehlikeli bir ses tonuyla. Yerime sinmek istedim. “Hemen sil o masayı.”

İkiletmeden, “Elbette, efendim!” diyerek kalemi bırakıp silgiyi elime aldım ve olabildiğince hızlı bir şekilde masayı silmeye başladım. Bebebil kadar olmasa da, Berrin de beni korkutuyordu; aralarında resmen devler ligindeki cüce gibi duruyordum. Güçlerim hakkında bildiğim hiçbir şey yoktu, Berrin’e inanmak şöyle dursun yorganın altından başımı çıkaracak cesareti zor bulmuştum kendimde. Gerçekleri sorgulasam da elime hiçbir şey geçmemişti, daha da kötüsü aynı güçlere ailemden herhangi birisi de sahip olabilirdi. Seçilmiş olmasalar bile melez sayılmıyorlar mıydı?

SeçilmişlerWhere stories live. Discover now