Sessiz Bir Çöküş

199 8 8
                                    

İsterseniz medayadaki şarkıyla okuyabilirsiniz. Bölüm şarkısı: Valerie Broussard - A Little Wicked.

"Kanlardan bir resim çizilmiş, uzanan bir pelerinin uçlarından akıyormuş; çünkü o ölüyormuş."

***

Gün ışığının son demlerinin vurduğu balkona göz ucuyla bakan kadın içinden geçen öfke kırıntılarını kontrol etmeye çalıştı, en ufak bir hatası kendi yaşamına nokta koyabilirdi. Uzun elbisesinin eteklerine değip geçen güneş ışığına yan gözle bakarak kendisini aynasına çevirdi; yaşlanmamak onların lanetiydi. Periler, cadılar, bilgeler, hangi ırktan olurlarsa olsunlar zamanın acımasızlığı üzerlerine işlemişti; ölmemek değil de, ölürken bile güçle dolup taşmayı istemek bu dünyanın kurallarındandı sanki. Güç, bir denge sağlamak için gerekliydi. Leru bunun farkında olan sıradan bir kraliçeydi, tabii intikamdan gözleri körleşmiş olmasaydı.

Aynadan kendisine baktı; dizlerini geçen beyaz uzun saçlarına, heybetli güzelliğine, buzun rengi yerine fırtına bulutlarını taşıyan gri gözlerine. Babası güçlü bir Rüzgâr Krallığı askeriydi, annesi bunu defalarca kez söylemişti ama babasının gücü, Tresal'ın canavarları andıran gücüne yenik düşmüştü. Ormanlarda yaşayan güçlü Buz Şeytanları'nın soyundan gelen bir ailede doğan Tresal, Kraliçe Leru hamile kalır kalmaz büyük bir isyan başlatmış ve tahtta kendine hak tanıdığını söylemişti. Leru'nun babası Kral Olas ve annesi Kraliçe Reska bu duruma karşı çıkmıştı; fakat Tresal durmayıp babasının tacını, annesinin canını almıştı. Uzun süre zindanlarda tuttuğu krala senelerce işkence edip sonunda da ölümünü izlemişti.

Kraliçe Leru'yu durduran sadece küçük kızı Urin'di. Henüz ona hamileyken bir cadı, Urin'in gelecekte güçlü birisi olacağını söylemişti; kraliçenin tek umudu buz üzerinde yüksek bir güce sahip olacağını bildiği kızıydı. Ancak kızının da güçlü olabilmesi ve Tresal'dan bağımsız bir hayat yaşayabilmesi Leru'nun istediği en büyük şeydi. Ormanda gizlenen canavarların kontrolsüz gücüne sahip olan Tresal, Urin'i kendisine rakip gördüğü an ölüme terk ederdi ve kraliçe bunu bilecek kadar kayıp vermişti.

Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştığında kapının açılış sesini duydu, kraliçe temkinle arkasını döndüğünde açık kalan kapıdan Tresal'ın girdiğini gördü; başta tereddütle yaklaşsa da bu duruma, hemen yerleştirdi yüzüne güzel gülümsemesini. "Bir şey mi oldu, kralım?" Ona böyle hitap etmekten nefret ediyordu, kendisi tahtta asıl hakkı olan kişiydi; o, hanedan soyundan gelen bir kraliçeydi. Tıpkı annesi ve onun soyundan gelen herkes gibi...

Kral Tresal yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirdi. "Gül banyosundan mı çıktın sen? Bu kokuyu uzun süredir almıyordum." Kraliçenin delen bakışları umursamazdı, adamın ona ulaşmaya çalışan sözcüklerini dudaklarından fırladıkları anda imha ediyordu. Tresal gülerek kraliçenin bakışlarına karşılık verdi. "Bakıyorum da yine formundasın, Leru."

"Ne istiyorsun?" diye sordu kraliçe dayanamayarak. Bu adam çenesini sonsuza dek kapatsa olmuyor muydu? Kraliçe böyle düşünmesine rağmen kendi çenesini kapalı tuttu. Aynanın etrafına yerleştirilmiş yumuşak büyük yastıkları geçip kadının dibine girdi, elleri hemen önünde birbirine kenetlenmiş Leru'nun gözleri Tresal'ın üzerindeydi.

Kral usulca eğilip kadının kulağına acımasızca fısıldadı: "Ölümünü."

Istırap gibi bir acı kadının karın bölgesinden bedenine yayılırken gözleri aşağıya, acının kaynağına yöneldi. Gözleri hafif yaşlanıp irileşirken ellerinin hemen üstünden karnına saplanan geniş buz kütlesine bakakaldı; kanı, kralın bedeniyle uyumlu bir şekilde usulca buzdan kılıcın üzerinde geziniyordu. Kadın soğuğu bütünüyle hissediyordu.

SeçilmişlerWhere stories live. Discover now