Beyaz Saray [2]

193 65 134
                                    

İlk adımımı yemyeşil çimenlere atarak yavaşça arabadan çıkıyorum. Güneşin ardına saklandığı bulutlu sonsuz bir gökyüzü. Bir adım daha... O güzel beyaz sarayım, benim küçük beyaz sarayım. Dinlediğim müzikten mi buraya taptığımdan mı bilmem her şeyi adeta ağır çekimde algılıyorum. Ağaçların yansıdığı pencerelere bakıyorum. Üst katta, ağaçların oluşturduğu tablodan bana bakan çocukluğum... Bir an gerçekliğine şaşırarak el sallayacak gibi oluyorum. 

Bir adım daha... Adeta ayaklarımın altındaki çimenleri hissediyorum. Tam o sırada annem bana çarparak merdivenlere koşuyor. Ve tüm büyü bozuldu diye düşünürken birden; hoşgeldin der gibi yüzüme değen yağmur damlalarını hissediyorum. Ağır adımlarla evin çevresini dolaşıyorum. Resmen her adımda daha da canlı hissediyorum. Bahçıvanımız yok ama görünen o ki doğa kendini çok güzel bir düzene sokabiliyor. Adımlarım hızlanıyor ve arka bahçeye geçiyorum. Kendimi müziğin ve yağmurun verdiği heyecana bırakıyorum ve dans eder gibi dönüp duruyorum. Dönüyorum, dönüyorum, dönüyorum... Salıncakta çocukluğumu görüyorum. O yalnız, saf çocuk; asla sallanmadığı, sadece oturup kaldığı o mavi, paslı salıncaktan bana bakıyor. Bazen tek bir gülümseme yeterli olabiliyor aslına derken babam birden beni kolumdan sertçe çekip durduruyor.

"Kaç saattir sana sesleniyorum. Çıkar şu kulaklıklarını. Deli misin? Sırılsıklam olmuşsun, napıyorsun böyle? İyi misin? Bir problem mi-..."

"Hayır baba. Bir an kaptırmışım, tamam" diye sözünü kesip mutfağın arka kapısına doğru koşuyorum.

Böyle olmamalıydı. Eve girişim ön merdivenlerden, sığınak basamaklarımdan olmalıydı! Son zamanlarda neden hiç rahat bırakılmıyorum...

Annemin endişeli bakışlarına aldırmadan koşarak üst kata çıkıyorum.

"Temizlendikten sonra Eri'nin üzerini değiştirip onunla ilgilen. Kulaklıklarını çıkar ve yanından ayrılma. Ben yemek hazırlayacağım. Aria?"

Hemen ardımdan gelen ses oldu. Onayladıktan sonra odama girdim. Toz pembe ve beyazın ağırlıkta olduğu tertemiz odam. Odaya girdiğim gibi geri adım attım ve önce kapının önünde ayakkabılarımı çıkardım. Kimse bana o güzel beyaz, tüylü halımı kirlettiremezdi. Odanın kendine has o güzel çiçeksi kokusunu içime çektim. Gözlerim bembeyaz yatağımın üzerinde olması gereken küçük tavşanımı aradı ama orada değildi. Hemen giysi dolabıma gidip günlüğümü sakladığım yere baktım ve şükür ki o buradaydı. Tamam, tavşan da buralardadır elbet. Her zaman buradan ayrılmadan önce her şeyi tam nizamında bırakıp giderdim çünkü döndüğümde her şeyi eskisi gibi bulmayı, o tanıdık hissi severim.

Eri'nin ağlayan sesini duyunca hemen yanına gittim. Annemlerin odası benimkinin yanındaydı. Odaya girdiğimde bir çift mavi göz beni bekliyordu. Ona bakınca her şeyi unutabiliyordum. Güzel kokusunu içime çekip yerdeki valizlere uzandım. Biraz uzun bir karar verme aşamasından sonra bir kaç parça kıyafet seçip minik meleğimi giydirdim. O sırada da annem içeri girdi.

"Sipariş ettiğimiz beşik gelmiş! Çabuk gel birlikte açalım... E sen neden hala ıslak kıyafetlerlesin? Eri'yi bana ver. Bu sıralar aklın nerede hiç anlamıyorum Aria. Daha sonra konuşacağız. Üstünü değişip aşağı gel hemen" dedi ve Eri'yi kucağına alırken çatık kaşlarını serbest bırakıp arkasını dönüp odadan çıktı. Giderken arkasında bıraktığı  minik çamur izlerine bakakaldım. Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu? İzlerin üstünden atlayarak odama gittim. Valizlerim masamın altına koyulmuştu. Kırmızı, büyük olanı açtım ve giysilerimle bakıştım. Getirdiğim o kadar şeyin içinden siyah düz bir elbise alıp banyoya gittim.

Banyoya girdiğimde kapıyı kapatınca arkasındaki küçük, ismimim işlendiği o şirin unicorn bornozu gördüm. Diğer bornozumu eve götürdüğüm için pişmandım şimdi, tıpkı annemin dediği gibi. İç çamaşırlarımla koşturarak havlu almak için misafir banyosuna gittim. Dolaptan havluları aldıktan sonra gözüme bir hareket ilişti ve yavaşça pencereye yaklaştım. Birden ağaçların arasında birini görür gibi oldum ve beni böyle görür korkusuyla hemen havluyu üzerime kapatıp camı açmaya yeltendiğimde sanki hafif bir rüzgar esintisi gibi ağaçlarda bir hareketlenme oldu. Ama ne rüzgar ne de kimse yoktu. Acaba ben mi yanlış gördüm? Gördüğümden emin miyim diye düşünürken aynı saniyelerde gelen annemin sevinç çığlıklarıyla irkildim ve hemen camı kapatıp banyoma koştum.

Sıcak su çok iyi geldi ve nihayet ben de aşağı inip minik beşikle tanıştım.

KİMLİKSİZ (NO ID/EA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin