Savrulan Yapraklar [26]

17 7 4
                                    

Her şeyi ne kadar da çabuk kabullenmiştim. Artık kendimden bile şüphe duyuyorum. Hiçbir şey bilmeden çıktığım bu yol, bu yol beni nereye götürüyor? Neden bunlar benim başıma geliyor?

Sirius her zamanki gibi sessizce arabayı sürüyordu. Marketten aldığı sandviçleri onun bakışları eşliğinde boğazıma dizmiştim. Aslında itiraf etmeliyim ki onu dinlemekten ve takip etmekten başka şansım yoktu çünkü ne yapacağımı hala bilmiyordum ve hala kabuslarımda o geceyi yaşıyordum. Aynı şeyler beynimde dönüp durduğu için bir adım bile ilerleyemiyordum. Sirius'a hiç güvenmiyorum ama şimdilik ona tutunuyorum. 

Yüksek bir binanın önünde durduk. Sirius arabadan inip ilerledi. Bu sefer kapımı açmasını beklemeden ben de indim. Zaten öyle bir hamlesi de yoktu ya.

"Hotel De La Pe" yazan tabelanın altından geçip içeriye girdik. Tamamen beyazla dekore edilmiş lobiye girince sarışın bir kadın;

"Hoşgeldiniz" diyerek doğrudan rezervasyona ilerleyen Sirius'u baştan ayağa süzerek minik adımlarını hızlandırıp ona resepsiyona kadar eşlik etti. Ben de onları takip ettim. Telefonuma baktığımda saat 13:00 idi, neden oteldeyiz ki?

Resepsiyondayken Sirius dönüp bana baktı. Sağ kaşımı kaldırıp ne olduğunu anlamak için bakış attım.

"Boş odanız varsa?" dedi.

Görevli adam durup ikimize baktı ve "hanımefendiyle birliktesiniz değil mi?" dedi. 

Sirius'un "evet" demesiyle resepsiyonist parmaklarını klavyede çalıştırmaya başladı. İşlemlerin bittiğini belirten son bir tık sesiyle kapı kartı Sirius'a verildi.

Sirius da kartı bana verdi ve;

"Sen çık önce. Ben birazdan gelirim" dedi ve dışarı çıktı.

Sahiden gelecek miydi?

Odanın yerini öğrendikten sonra altıncı kata çıkıp dar koridorda ilerledim ve 602 numaralı odaya girdim. İçeride geniş, çift kişilik bir yatak, küçük bir televizyon ve yine küçük bir buzdolabı ve masa takımı vardı. Pencereye ilerleyince manzaranın binalardan ibaret olduğunu gördüm. 

Hemen telefonumdan google'a girip "Hotel De La Pe" yazıp arattım. Neredeydik bakalım.

Los Angeles.

Şaşırtmadı. Telefonu yatağa fırlattım ve banyo olduğunu düşündüğüm kapıya gittim. Küçük bir banyoydu ama iş görürdü. Soğuk suyu yüzümde hissetmek iyi geldi. Duş yapmayı o kadar çok istiyorum ki... Vaktimiz var mıydı acaba? Sirius gelmeden iki dakika girip çıksam mı ama tekrar kirli kıyafetleri giymek... Ben böyle düşünürken akan suyun sesi sinirimi bozdu ve musluğu kapatıp içeri geçtim.

Uzun bir süre pencerenin kenarında öylece dışarıya bakarken nihayet kapı açıldı.

"Değişim zamanı" diyerek elindeki poşeti ve valizimi gösteren Sirius içeriye girdi.

"Daha ne kadar değişebiliriz ki. Kendimize ait ne kaldı?" dedim

"Sen yeterince değiştiğini mi düşünüyorsun?" diyerek bana dik dik baktı. Daha sonra da poşettekileri yatağın üzerine boşalttı. Merakıma yenik düşerek yatağa yanaştım.

"Siyah saçın olsaydı nasıl olurdu diye merak ettim. Hadi bir görelim" dedi

Yok artık ne saçmalıyordu böyle?

"Öyle bakma, değişmen gerek. Seni arayanlar nasıl göründüğünü biliyor ama sen onların nasıl göründüğünü bilmiyorsun."

"Bu boyaların benim saçımda tutup, hemen sürünce siyah saçlı birisi olacağımı mı düşündün gerçekten" diyip istemsizce soğuk bir kahkaha attım.

"Eğer değişmem gerekiyorsa bana bunu 'normal insanların' yaptığı gibi konuşarak söyleyebilirsin. Gidip kendince bir şeyler alıp gelmen oldukça işe yaramaz. Dış görünüşümü değiştirebilirim, bu kolay. Bunun gerektiğini biliyordum da zaten. Ama önce sen bana planı anlat. Uyumlu olmamı istiyorsan eğer... işini kolaylaştırmama yardım et. Ben de bu cehennemde daha fazla kalmak istemiyorum."

Derin bir nefes alıp odada volta attı. Aldığı şeylere şöyle bir baktım da; gerçekten kadınlardan anlamadığı çok belli.

O, pencereden bulutlu gökyüzüne bakarken ben de hızlıca valizimi açıp kıyafetlerimi aldım ve banyoya gidip kapıyı kapattım.

Çıktığımda yatağın kenarına oturmuştu. Arkasına dönmeden;

"Buradan Florida'ya uçacağız. Orada ise... "

Ayağı kalkıp bana yöneldi.

"Bak. Bunları nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Olay sana söylememek değil. Anlatmaktansa göstermeyi tercih etmemden. Ne olursa olsun, ne görürsen gör mantığını, duygularının önüne geçirebilirsin değil mi?" dedi. 

Sanki gözlerinde bir yalvarış vardı. Bu duygu değişimi kafamı karıştırsa da belli etmeden;

"Ben bir yemin ettim. Bir söz verdim. Başarmak için tek bir duyguya ihtiyacım var ve o da mantığımla iş birliği içinde."

"Ah Vega. Seni o kadar iyi tanıyorum ki..." diye iç geçirerek başını arkaya attı ve sonra da banyoya geçti.

'Seni o kadar iyi tanıyorum ki ' mi? 

Bir anda donup kaldım bu söz karşısında. Gözümün önünde bir film karesi gibi görüntüler belirdi. Mekan tamamen farklıydı ve ahşap yapılı bir odada;

"Vega seni o kadar iyi tanıyorum ki..." diyerek kapıya yönelip dışarı çıkan bir Sirius yoktan varoldu. 

O kadar gerçekçi bir düştü ki... Başımı döndürdü. Olduğum yerde yatağın ucuna oturdum. Bu da neydi böyle? Travma sonrası yaşanan psikolojik sorunlar böyle mi başlıyordu? Kalbim yine deli gibi çarpıyordu ve kesik kesik nefes alıyordum. İçeriden gelen suyun yere çarpan sesi beni gerçekliğe döndürdü.

Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamış olmamın verdiği şaşkınlığı hala üzerimden atamayarak çantamı alıp odadan çıktım.

Otelden çıktığım gibi koşmaya başladım. Koştum koştum koştum. Sanki yıllardır hapishanede yaşıyormuşum gibi koşmanın verdiği özgürlüğü içime çektim.

KİMLİKSİZ (NO ID/EA)Where stories live. Discover now