12. Bölüm - Yara

970 146 74
                                    


Gün doğmuş, Yibo çalışma alanında yerini almıştı. Sabahın erken saatlerinde gelip Xiao Zhan'la çalışmak isteyen küçük çocuklara kendi kılıç yöntemlerini gösteriyordu. Bazı erler Xiao Zhan'ın, Iraz Devletinin çocuklarına eğitim vermesinin yanlışlığını savunuyorduysa bile, Yibo, hem Çin, hem Türk kılıç tekniklerini öğrenmenin onlara faydalı olabileceğini düşünüyordu.

Kapalı kapılar ardında konuşulanların ve sahip olunan düşmanlıkların, Zhan'ın, küçük çocukları kullanmasına sebep olmayacağını bir şekilde biliyordu. Çocuklarla nasıl iletişim kurduğunu, küçük kardeşine nasıl bir abi olduğunu görmüştü.

Uzun bir süredir hissettiği savunmasızlık içini ağrıttı. Gerçi bu savunmasızlık hissinden daha normal bir şey olabilir miydi?

Zira ağabeyinin de söylediği gibi, düşman askerini hiç bulunmaması gereken bir yere, sınırlarının içine almıştı. Ağabeyinin bahsettiği sınırların ise Iraz Devleti sınırları olmadığını her ikisi de biliyordu.

Yeğeni Gökalp kılıç savurmaktan sıkılmış gibi ofladığında düşüncelerini savurup ona döndü. Gökalp dudak bükerek, "Dayı, Xiao Zhan eçi gelmeyecek mi?" diye sordu.

Yibo başını gökyüzüne çevirdi. Güneş iyice yükselmişti. Her zaman günün doğumuna yakın uyanan Zhan, gün doğalı saatler geçse de hala uyanmamıştı. Dün çok mu yorulmuştu? Fakat çocuklara ders verirken 'Bir asker hiçbir zaman büsbütün uyumaz, yanında sinek soluk alsa soluğuna uyanır.' demişti. O zaman uyuyor olamazdı, zira sabahtan bu yana kuşlar susmak bilmeden ötüşüyorlardı. Sanki güzel bir şarkıya eşlik eder gibiydiler.

Gökalp'in sorusu üzerine kenarda çalışma yapan bir askerin tereddütle kılıcını indirdiğini gördü. "Bartu Alp? Bir diyeceğin mi var?"

Bartu alp gergince ona baktı. Askerin bakışlarındaki tereddüt Yibo'nun kaşlarının huzursuzlukla çatılmasına sebep oldu. Buyurgan sesinden yansıyan huzursuzluğu saklamadan konuştu. "Bartu Alp."

Asker yeniden tereddütle ona baktı. Yibo'nun yumruğu parmak boğumları bembeyaz olana kadar sıkılmıştı.

Asker mahcup bir sesle konuştu. "Beyim, Prens Xiao dün çarşıda..."

"Çarşıda ne Bartu Alp?"

"...bir yabancıdan yiyecek almıştı."

Yibo'nun içi sancıyla kasıldı. "Aldığı tüm yemekleri önce görevliler ve ben tattık."

Bartu alp bir adım geriye kaçınarak "Siz uzaktaydınız beyim, ben de yetişemedim. Kızarsınız diye söyleyemedim," dedi.

Erkeklere özel, endişeli bir homurtu dudaklarından döküldü. Koşmaya başladığında hissettiği korku ve endişe ayaklarının birbirine dolanmasına sebep olmuştu. Düşmek üzere olduğu üçüncü seferde de Atılay'ın yardımıyla devam edebildiğinde, "Şifacıyı çağırın!" diye bağırdı. Bir cıvıltı çalındı kulağına. Biraz önce güzel bir şarkıya eşlik eden kuşların sesleri, artık ağıt yakan acı dolu haykırışları andırıyordu.

Uzun zamandan beri ilk kez sorgusuz, izin isteme derdine girmeden hışımla, parçalarcasına bir sertlikle açtı odasının kapısını. "Xiao Zhan!"

*

Xiao Zhan uyuyordu.

Uzun zamandır hiç bu kadar derin bir uyku çekmemişti. Nedenini yorgunluğa veremiyordu, çünkü burada Çin'de olduğundan çok daha esnek bir düzeni vardı. Kontrol etmesi gereken ordular, toplaması gereken vergiler ya da herhangi başka bir devlet meselesiyle uğraşması gerekmiyordu. Tek yapması gereken gözlemek, gözlediklerini iletmekti.

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin