18. Bölüm - Kara Tuzkıya

653 126 66
                                    


Biring manga sözkiye | Bana bir kelimecik söyle, vaatte bulun.

Meng-lig kara tuzkıya | Ey yüzü benli esmer güzel,

Yelvin tutar közkiye | İnsanı büyüleyip tutsak eden güzel gözler!

Mungum mening bilinge | Sana olan sevdam yüzünden çektiklerimi bir bilsen!

-Yibo'nun defterinden

*11. Yüzyıl Türk Şiirlerinden alıntıdır.

*Kara tuzkıya: Esmer güzel

***

Duyduklarından sonra kulaklarını saran uğultu, bileklerini uyuşturan sarsılmaz sancı Zhan'ın içine doluyor, içi içine sığmıyor, içinden oluyordu. Yibo'nun acısı tanıdıktı. Onun hiç annesi ölmemişti, evet. Ama Yibo'nun ve kardeşlerinin anneleri canlarından olurken oradaydı. O savaşta, belki de Yibo'nun babasıyla annesinin tam karşısındaydı. O zamanlar gençti, şimdi olduğu kadar güçlü değildi belki ama çevikti.

Aslında ölümü ve savaşı bir sıra sorguladığını hatırlıyordu. Fakat sonra ağabeylerinden birinin ölü bedeni saraya getirilmiş, Zhan da silahlarını kuşanıp meydana koşmuştu. İçini saran ateşi Irazlılardan onlarca can alarak söndürmeye çalışmıştı. Belki Yibo'nun babasının veya annesinin kanı bulaşmamıştı ellerine, fakat bir başkasınınki bulaşmıştı. Şu anda meydanda çadır kuranlardan birinin ailesinin kanı ellerindeydi belki de, kendisine yemek getirenlerden birinin evladının.

Midesinden yukarıya bir sıvının tırmandığını hissetti. Seneler önce attığı o ateş dönmüş dolaşmış yine kendi içini yakmıştı.

O Xiao Zhan haklıydı. Savaşırken de ülkesini korurken ve sevdikleri için intikam alırken de haklıydı. Bunu biliyordu. Irazlılar vatanlarını ellerinden almaya gelmişti zira. Ama bunu bilen asker yanıydı.

Iraz'ı bir şekilde kalbine sığdırabilmiş Xiao Zhan ise evinde oturup ailesinden haber bekleyen Yibo'nun acısını en derinlerinde hissediyordu.

Onun midesi bulanmıyor, içi sızlamıyor muydu? Zhan'ın yüzüne her baktığında, Zhan Iraz devletinin topraklarında her adım attığında acısı gelmiyor muydu aklına?

Zira Zhan için durum buydu. Acıdıkları da acıttıkları da aklından çıkmıyordu.

Düşüncelerinin arasından Yibo'nun yumuşaklığıyla tenini titreten sesini duydu;

"Yardım lazım mı?"

"Biz burayı bitirdik," diyen Atılay cümlenin sonunda imalı bir vurgu yaptı. Söyleyebilseydi eğer, Yibo etraftayken Atılay'ı Xiao Zhan'a göz kulak olması için yanına bir daha göndermemesi gerektiğini söylerdi. Çünkü Zhan o etraftayken aylaklaşıyor, adımları sarsaklaşıyor, ifadesi bulanıyor ve Atılay da sıkılıyordu. Koşullar normal olsaydı ve Gencer yanlarında olsaydı bir araya gelir ikisiyle alay ederlerdi. Fakat ne koşullar normaldi ne de Gencer buradaydı. Zhan'a döndü. "Başka çadıra geçeyim-" duraksadı. "geçelim diyecektim ben de."

Zhan cevap vermedi. Bakışları Atılay'dan tarafa hiç dönmedi, hatta gözlerini dahi kırpmadı. Düşünceli, dalgın gözlerle doğrudan Yibo'ya bakıyor, ağlasın istiyordu. Çocuk olsun, küssün, bağırsın, ona nefretle baksın istiyordu. Kendisinden çalınmıştı çocuk olma hakkı, şimdi bir kez olsun yaşasın istiyordu.

Yibo şefkatle karışık endişeli bir sesle sordu, "İyi misin?"

Bir sefer dahi olsa çocuk olsun istiyordu.

"Yibo," dedi, adının dudaklarında lekeleneceğini bilerek ama o adı seslenmeye engel olamayarak. "Şenlik başlayınca ok yarışı yapalım mı?"

Yibo'nun endişeli ifadesi açıldı. Gülümseyerek ona baktı. "Olur."

"At da sürelim."

"Tamam."

"Ava da çıkalım." Durdu. "Çok iyi avcıyımdır."

"Biliyorum," dedi Yibo neredeyse fısıldayarak. Zhan duymadı. Yibo devam etti. "Çıkalım."

Atılay bu ikili konuşurken yok sayıldığından, hatta görünür olmadığından emin olarak geriye doğru adımladı. Evet, ayrıldığını dahi gören yoktu. Onun canına minnetti. Sessizce uzaklaştı.

Zhan'ın kahverengi gözlerini kaplayan hüzün aralandı, yüzü aydınlanmaya başladı. "İlbilge ve Gökalp'le de kılıç yarışı yapalım." Yürümeye başladı. Yibo da hemen yanında yerini almış, adımları adımlarına denk ilerlemeye başlamıştı. Zhan acele içinde aklına gelen her şeyi sıralıyor, kısa bir zamana bir ömür sığdırmaya çalışır gibi telaşla ve tatlı bir heyecanla konuşuyordu. "Saraydayken kardeşlerimle tuttu-kaçtı oynardık. Çocuklarla birlikte onu oynayabiliriz. Eve gidince ben hazırlık yaparım."

Saray, Çin'deydi. Ev, burada. Bu ayrımı kimse fark etmedi; gök ve yer dışında.

Yibo, Zhan'ın, kardeşlerini ve onlarla vakit geçirmeyi özlediğini düşündü. Çocuklarla oyun oynamak istemesinin ardında bir art niyet olamayacağından Zhan'ın ardı arkası kesilmeyen tekliflerini içini ısıtan bir sevinçle kabul etti. Yanında yürüyen adama dikkatle baktı. Ensesinden bağladığı siyah uzun saçları, kulağının arkasına sıkıştırılmış kakül tutamları, tanrının varlığına kanıt güzelliği, dudağının ve burnunun yanındaki beni, yürüdüğü yolu cennete ulaştıran varlığı...

Tüm bu güzellikler bir bıçak olup kalbine saplanacaktıysa bile bir gün, Yibo o gün gördüğü son manzara yine böyle güzel olsun isterdi hiç şüphesiz. Dudağından dökülen her kelimeyi emir yerine koymuş gibi pürüzsüz sesinden duyduğu her şeyi sorgusuz kabul etti.

Atılay uzaktaki bir çadırdan yan yana yürüyen ikiliye baktı. Durmaksızın konuşan Xiao Zhan'ı küçük kardeşini küstürüp sonra teselli etmek için çabalayan bir ağabeye benzetti. On dört kardeşli bir ailede büyüyen biri için belki bu normaldi, hatta belki bir iç güdüydü, zira Xiao Zhan'ın kardeşiyle nasıl ilgilendiğini de görmüştü. Fakat içinden bir ses, Zhan'ın bir şeyleri telafi etmek için gösterdiği bu çabanın Yibo'nun canını ileride çok daha fazla yakacağını söylüyordu.

Yanılmayı en derinlerinden istedi. Söz konusu Yibo'nun acıları ve sevdikleri olduğunda haklı çıkmaktan nefret ederdi.

.

.

Hiçç kontrol etme fırsatım olmadı yarın sınavım var aceleyle yazdım, gerçekten on bin seksen beş kez özür dilerim bu kadar beklettiğim ve az yazdığım için. Ama halledicem, söz veriyorum (düzelicez inşallah be (mezara girmeden)) ve her zamanki gibi sizi çok seviyorum, okuyan gözlerinize sağlık şimdiden. <3<3

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin