14. Bölüm - Geç Gelen Özür

921 147 72
                                    

Şifacının ardından otağın dışına adım attığında Yibo'yu yerde, bir kütüğün üstünde başını ellerine almış otururken gördü. Adım seslerini duymasıyla ayağa kalkmış, endişeyle önce kendisine, sonra şifacıya bakmıştı.

"Kutan eçi, iyi mi?"

Şifacı yüzündeki kırışıklar gülümsemesiyle belirginleşirken konuştu. "İyi kağanım, hiçbir şeyi yok."

Yibo inanmıyor gibi önce Xiao Zhan'a, sonra ona dikkatle baktı. Şifacıya doğru hafifçe eğildi. Askerlerin duymasından korkar gibiydi. "Emin misin Kutan eçi?"

Zira kendisi emin değildi. Zhan ona bugün içerisinde iki kez adıyla seslenmişti. İlki canını ağrıtırken, ikincisi canında açılan tüm yaraları okşamıştı. Daha önce adının bir dudakta böyle güzel şekil alabileceğini bilmezdi. Adı can bulduğu hiçbir sese bu kadar yakışmamıştı. Aynı zamanda hiçbir seste de bu kadar içini yakmamıştı.

Belki de kendisi de şifacıya görünmeliydi.

Şifacı içini rahatlatmak ister gibi gülümsedi ve sessizce bekledi. Neden sonra, "Akçora beyimin gelecek ritüeline birlikte gelin, kağanım." Diye mırıldandı.

Yibo başını sallayarak onu onayladı. "Sağ olasın Kutan eçi."

Yaşlı adam, ne demek, der gibi elini savurdu. Otağına geri girmeden önce küçük bir çocuğun hınzır ifadesiyle mırıldandı. "Prens hazretlerinde sizin için bir şey var, beyim."

Xiao Zhan birden telaş içinde kalırken Yibo şaşkınlıkla ona baktı. Kendisi sormadan söylemesini bekledi, fakat Zhan'ın kaçırdığı bakışlarına bakılırsa bu gerçekleşmeyecekti. Gözlerini bir süre sıkıca kapatıp açtı. "İyi misin?"

Zhan başını salladı.

"Öyleyse gidelim."

Birkaç adım ötelerinde kendilerini bekleyen askerlere ve atlara doğru ilerlerken bileğinde hayal meyal bir dokunuş hissederek durdu.

Soran gözlerle karşısındaki adama baktı.

Kalbi gördüğü yüz ile yeniden sancıyla kasıldı. Aslında sabah da fark etmişti. Zhan'ın gözleri kırmızıya çalan bir renkle sarılmış, göz altları biraz şişmişti. Hatta onu sabah gördüğünde, yanağında kurumuş bir gözyaşının izi dahi vardı.

Şimdi düşününce, onun canının geceleri gözleri şişecek kadar yanması, kendisine çektiği bıçaktan daha yıkıcıydı. Bu acının biraz olsun sebebi olmak, onu hükümdarlığının gücünü kullanarak zorla eşi olarak getirmek ve bunların onu erittiğini bilmek... hepsi onu delicesine üzüyordu.

Sebebi vardı, evet. Bütün bunları yapmak için çok sebebi vardı.

Fakat hiçbir sebep Zhan'ın güzel gözlerinin kızarıklığını haklı çıkarmıyordu.

Sanki suç işlemiş bir çocuk gibi neredeyse özür dileyerek bakan gözleri dahi Yibo'yu mahvediyordu.

Özür dilenecek hiçbir şey yapmamıştı bile. O bıçağı çekmesi gerekiyordu ve yapmıştı da çünkü gerçekten olması gereken buydu. Hatta önceden de düşündüğü gibi, daha keskin bir bıçak taşımalıydı. Ve Yibo da, ona bir şey olmasından ne kadar korkmuş olursa olsun önce odasının kapısını vurmalıydı veya başka bir şey.

Kendisiyle Zhan'ı haklı çıkarmak için yaptığı tüm bu konuşmaların sonunda kendine sövgüler yağdırarak fark ettiği tek bir şey vardı: kırgındı. Evet, Zhan haklıydı, ama o da kırgındı işte. Belki bir kez olsun kızmak; dik durmak ve mücadele etmek için elleri kanayarak, canı acıyarak inşa ettiği duvarların üstünden atlamak ve kırıldığını göstermek istiyordu. Bir kez olsun çocuk olmak, küstüm, deyip kaçmak istiyordu.

"Yibo."

Fakat işte.

Yapamayacaktı. Kırılamayacak, küstüm deyip kaçamayacaktı. Hiçbir zaman ona kızamayacaktı.

Zhan kılıcını onun karnına geçirse dahi Yibo onun kılıçtan yansıyan yüzüne hayran hayran bakacaktı muhtemelen. Parmaklarının çok güzel olduğunu düşünecekti. Eğer o yaşayacaksa, ölmesinin gerekliliğini son nefesine kadar savunacaktı. Ölmeden önce son kez onun sesinden adını duymak isteyecekti.

"Efendim?"

"Dün çarşıda gezerken... meydanda dolunay şenliklerinin başlayacağını duydum."

"Evet."

"Gitsek mi?"

Yibo şaşkınlıkla, "Saraya mı?" diye sordu.

"Şenliklere."

"Ha." Yibo boş bakışlarla karşısındaki adama baktı. Kalbi bir duyguyla kasıldı. Ne olduğunu kendine itiraf etmek dahi istemediği bu duygu ömrü boyunca taşıdığı tüm yüklerden daha ağırdı, bu yüzden görmezden gelmeye çalışarak hafifçe gülümsedi. "Olur."

Zhan bir kez daha adını seslendi. "Yibo."

Muhtemelen güneşin kemiklerini ısıtmasından kaynaklıydı, fakat o ismi her çağırdığında içindeki ağrı biraz diniyordu. "Özür dilerim."

Yibo'nun kirpikleri karmakarışık duygularla titredi. Dudağında kırık bir gülümseme peyda oldu. Konuşurken, sesi de en az gülümsemesi kadar kırıktı. "Ben özür dilerim. Seni bütün bunlara mecbur bıraktığım için." Özür dilemeye de.

Hemen sonra, daha fazla gözlerine bakarsa ikiye bölünecekmiş gibi arkasını dönüp atlarına doğru yürümeye başladı.

Bu, düğün gecesinde Xiao Zhan'ın ona söylediği şeydi. Yibo halkının yaptıkları için özür dilerken Zhan ona tam da böyle demişti. 'Özür dileyeceksen beni bütün bunlara mecbur bıraktığın için özür dile.'

Dilediği özrü duymuştu işte. Fakat niye biraz olsun rahatlama hissetmiyordu? Basit bir özürle hiçbir şey düzelmeyeceği için mi? Rastgele söylediği bir cümle olduğu için mi?

Annesi o küçükken ona hep, ağzından çıkanı kulağının duymadığını söylerdi. Zhan acı içinde fark edecekti ki o sadece ağzından çıkanları değil, yüreğinden geçenleri duymayı da reddediyordu.

-----

Miniminnacık bir geçiş bölümü oldu, bulduğum ilk fırsatta yazdım yemin ederim!!! Daha entrikalı ve hoş bölümlerin bizi beklediğini umuyorum... ve sabırla bölüm bekleyen ve okuyan herkese teşekkür ediyorum, canınıza sağlık!! <3

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin