XVIII- "Yangın"

711 477 176
                                    


18. BÖLÜM
''Yangın''

''26 Temmuz 2008, enkaz altındaki çırpınışlarımın çıkmamı değil; dibe batmamı sağladığı gün. Önce ellerini kaybettim, ardından ruhunu. Nefes aldığım her an zehir soludum. Daimi duramadığım o dört duvarın elleri çıktı; boğdu sivri tırnaklarını gırtlağıma geçirerek. Zincir attıkları zihnim kelepçe ile yaşadı. Yıllarca taşıdım bedenimde o lanetli günün izlerini. Nüfuz ettiğim her hücrem kopup terk etti. Ve, ve sağ kalan tek şey, yapboz.''

Atlas'ın Anlatımıyla

Zehir katarak öldürmüştü senelerdir evladı sandığı canı. Ona bunu yapan bize neler yapabilirdi aklım almıyordu. Anneme bunca yıl kendince ceza vermiş, beni de psikolojik şiddete maruz bırakmıştı. Ama o lanet olası günü hatırlıyordum, 23 Ağustos 2008. Abi demişti Aras, abi yemeği kim yaptı, neden tadı tuhaf? Sen de biraz yesene. Ne tuhafı oğlum yememek için bahane uydurma demiştim. Çocukken sıkça hasta olduğundan bünyesi oldukça zayıftı ve yemek yemekten hiç hoşlanmazdı. Zorla yedirirdik ona bağışıklığı güçlensin diye. Yeme deseydim keşke ona, yeme tadı kötüyse. Ben yenisini yapayım sana deseydim. Zamanı geriye alamamak bazen sanılandan daha kötü şeylerle geliyordu. Ben kardeşimi kurtaramamıştım. Abilik miydi bu? O gün ona başka yemek hazırlamak yerine yemesine zorlamak mıydı abilik? Atlas Adanır kendini affetme.

Saatler sonra gitmiştim odasına. Yerdeydi, ağzından beyaz sıvılar akıyordu. O an beynimden vurulmuşa dönmüştüm ve gerisini hatırlamıyordum. Bağırma, hastane, cenaze.

Morglar çok acımasız. Ölü bedenleri daha da hırpalıyorlardı soğuk odalarıyla. Aras çok üşümüştü, onun elleri hiç ısınmazdı zaten ama o an tuttuğumda tamamen buz kesilmiş sanmıştım. Yüzü hep kızarırdı, utangaç bir çocuk olmuştu daima. Ama orada yatarken bembeyazdı. Bağırmıştım bu benim kardeşim değil, siz yanılıyorsunuz. Benim kardeşim ölemez ki o daha çok küçük diye. Çünkü o gerçekten çok küçüktü. Minicikti elleri, küçücük pantolonları vardı. Hep mavi giyer siyahtan hiç hoşlanmazdı. Düğünlere giderken ben de hep mavi takımlar giyerdim; aynada kendimize baktığımızda abi bak ne kadar benziyoruz diyordu çocuksu bir neşeyle. Saçları benimkiler kadar kıvır kıvırdı. Ve uyumaktan nefret ederdi. Yatıya gittiğimiz evlerde bile gözleri hep etrafta dolanırdı. Bir gece kabus bahanesiyle yanımıza geldiğinde annem ve ben yanına gidip masal okuma ile kandırmaya çalışmıştık. Ondan büyük olduğum için bir saat daha fazla kalabiliyordum ama uyumayı seven bir çocuktum zaten. Annem okumuş gitmişti; sıra bendeydi ve hikayenin sonuna geldiğim an gözlerini hızlıca aralayıp kocaman gülümsemişti. Ben de sen bizi mi kandırıyorsun sıpa diyip şakayla kulağını çekmiştim. Oysa o gün o morgda gözleri kapalı şekilde yatıyordu. Elimi alnına koyup aç abim gözlerini, yine kandırıyorsun bizi biliyorum. Uyumadın sen di mi? Demiştim kendi kendime. Yine hep yaptığı gibi uyanıp bana kocaman gülümsemesini beklemiştim ama gözleri o kadar sıkı kapanmıştı ki kirpikleri bile tamamen batmıştı yüzüne. Babamın, yani çocukluğumdan beri aynı evde yaşadığım o katilin Aras'ı morgda görüp duygusuzca hemen çıkmasından anlamalıydım fakat o kadar acım vardı ki bırak etrafı kendimi göremiyordum ben. Son senelerde aklımı kurcalayan şeyse eğer evlenirsem çocuk sahibi olup olmama isteğimdi. İstiyordum çünkü bebekler çok güzeldi. İstemiyordum çünkü aynı havayı soluduğum katilin genlerini taşıyor olduğumdan onun gibi bir baba olmaktan korkuyordum. Onun gibi acımasız, zorba bir adam olmaktan çok korkuyordum. Hala öyle. İstememe nedenim isteme sebebimden fazla olduğundan daha ağır basıyordu. Parçaları yerine koyamıyordum ama öğrenecektim bir gün kafamı bunca tırmalayan meseleleri. Hepsi birer birer çıkacaktı ortaya. Düşünüp kafa yormaya gerek yoktu. Her yalan gün yüzüne çıkar, taktığı maskeyi düşürürdü.

ÇERÇEVEYE ASILAN RUHLAR (+18)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ